Başlığa bakarak kimsenin, kapitalizm övgüsü yapacağım gibi bir endişeye kapılmasını istemem.
Ayrıca liberal demokrasinin kriz yaşadığı bir dönemde kapitalizme övgüler düzecek halim de yok. Amacım kulaktan dolma birtakım klişe bilgilerle yapılan kapitalizm eleştirilerine daha yakından bakmak…
Kuşkusuz kapitalizmin yarattığı adaletsiz gelir dağılımını, geniş toplum kesimleri aleyhine işleyen tekelci sermayeyi aklı başında hiç kimse hafife almayacaktır. Ama bir gerçek de var ki bugünkü dünyanın ekonomik gelişmişlik düzeyini ve demokratik imkanları, kapitalizmi yok sayarak da açıklamak mümkün değil.
Kabul etmek gerekiyor ki kapitalizmin yükselişiyle birlikte burjuvazi tarih sahnesine çıkmış ve doğal olarak sivil toplum alanının gelişmesiyle demokrasinin doğuşu gerçekleşmiştir. Yani demokrasi, fiilen burjuvazinin gelişmesi ve teorik olarak da aydınlanma düşüncesinin sonuç vermeye başlamasıyla mümkün olabilmiştir.
Farklı anlayışlar ve değerlendirmeler olmakla birlikte genel kanaat, kapitalizmle demokrasi arasında karşılıklı bir ilişki bulunduğu ve bu ikisinin birbirini üretip beslediği yönündedir. Bu yaklaşıma göre, bir yandan kapitalizm demokrasinin nedeni olarak sunulurken, öte yandan demokrasinin ete kemiğe bürünür hale gelmesi ekonomik gelişmeyi artırıcı bir etken olmuştur. Fiili anlamda da Batı’da, özellikle 15 ve 16. yüzyıllardan itibaren, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte demokrasinin kurumsallaşması söz konusu olmuştur. Modern demokrasinin kapitalizmin ürünü olduğunu vurgulayan Max Weber, demokrasinin sadece kapitalist sanayileşme ortamında gelişebileceğini söyler.
Her ne kadar demokrasinin kapitalizmle belli bir olgunluğa ulaştığı bir gerçekse de bu, kapitalizm eşittir demokrasi anlamına da gelmiyor. Nitekim kapitalizmin ürettiği sorunların, demokrasi için ciddi tehlikeler oluşturduğuna işaret eden Samuel Bovvles ve Herbert Gintis, bu iki sistemin birbiriyle çelişen kurallar içerdiğini savunmaktadırlar. Bu iki düşünüre göre, kapitalizm, mülkiyet hakları temelinde ekonomik ayrıcalıkların ön plana alınmasıyla karakterize edilen bir sistemken; demokrasi kişi haklarının kullanılması temelinde ortaya çıkan özgürlüğe ve demokratik hesap verme yükümlülüğüne öncelik verilmesinde ısrar eden bir sistemi ifade etmektedir. (Demokrasi ve Kapitalizm, Çev: Osman Akınhay, s.32)
Evet kapitalist sistemi eleştirebiliriz, ancak bu sistemin yarattığı burjuvazi oluşmasaydı, belki de bugün dünya hala krallık ve monarşilerle yönetiliyor olacaktı. Unutmayalım, feodalite ve monarşilerde en küçük eleştiriye bile tahammül yokken, daha sonra demokrasiye evrilecek olan burjuva sistemi, kendine karşı olanların da seslerini yükseltmelerinin önünü açmıştır.
Ama ne hikmetse demokrasinin gelişip yükseldiği hemen bütün dönemlerde, kapitalizm ortalama aydınların günah keçisi haline gelmiştir. Değerli bilim insanımız Sabri F. Ülgener’in bu konudaki tespitleri dikkat çekicidir: “Ortalama aydının kapitalizm hakkında bildikleri ucuz cep kitaplarının pek de ötesine geçmiş sayılamaz. Ama orası önemli değil! Önemli olan, başı sıkıştıkça kabahati götürüp boynuna dolayacağı suçluyu -nihayet- adıyla sanıyla tanımış olmanın rahatlığıdır.” (Zihniyet, Aydınlar ve İzm’ler, s.109)
Elbette kapitalizmin de herkesin bildiği gibi önemli kusurları vardır. Ama krallara ve monarklara seslerini çıkaramayanların, her seferinde kapitalizmi günah keçisi ilan etmesi ilginçtir.
Ülgener Hoca’nın yaklaşımından hareketle söylemek gerekirse, günümüzde kapitalizm eleştirisi yapanların önemli bir bölümü aslında demokrasiye karşıdırlar. Çünkü bu ortalama aydınlar, nasıl dünün führerlerine, Stalin diktatörlüğüne kaşı çıkamamışlarsa, bugün de aynı şekilde otoriter liderlere ve despotik yönetimlere karşı çıkamıyorlar ama kapitalizme karşı elleri son derece rahat.
Açıkça ifade etmek gerekirse, esas itibariyle demokrasiye karşı oldukları halde, arkadan dolaşarak kapitalizme ‘vurun abalıya’ muamelesi yapılmıştır.
Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Ülgener Hoca’nın şu tespitini not etmek gerekiyor: “Aslına bakılırsa, kapitalizmin kendi zimmetindeki kusurlar, hatalar ve noksanlar pek öyle kulak arkasına atılacak önemsiz şeyler değildi. Fakat asıl garibi, demokrasi ve kapitaliz ikilisi içinde aslen demokrasiye karşı olanlar dahi dosdoğru ona saldıracak yerde öfkelerini öbürü üzerine boşaltmak yoluna gitmişlerdi. Esasında, aydın hırçınlığına sebep gösterilen etkenler kapitalizmden çok demokrasinin getirdiği ve topluma kazandırdığı nimetlerdir.” (a.g.e, s.114)