Taha Akyol’un son kitabı, “Atatürk’ün Anayasası 1924”ü okurken Türkiye’nin yüz yıllık bir anayasa tecrübesine rağmen, neden uzlaşma ile bir anayasa hazırlayamadığını daha yakından görme fırsatı yakalıyorum.
Cumhuriyet’in kuruluşuna giden yolda “kuvvetler birliği” esasına dayanan 1921 anayasası yeni devletin anayasal temelini oluşturuyordu ama eksikti, bu açıdan tam bir anayasa olarak tanımlanamaz.
1924 Anayasası ise cumhuriyetin ilk anayasasıdır, o da tıpkı 1921 anayasasında olduğu gibi kuvvetler birliği esasına dayanmaktadır. Buna rağmen muhalefetin eleştirileri sayesinde Atatürk’ün birtakım yetkileri daraltılarak, hukuksal anlamda daha önemli bir anayasadır. Taha Akyol’un KARAR’da Elif Çakır’a verdiği röportajda bu konudaki şu sözleri dikkat çekicidir: “1924 Anayasa’sı uygulansaydı inkılapçı rejimin, Atatürk’ün yetkilerini sınırlayacak maddeler vardı, hatta çokça vardı. Bu bakımdan 1924 Anayasasını savunan konuşmaları yok. Cumhuriyet’in o aşamasında üstün fikir inkılaptır, hukuk değil.”
O günün şartlarında üstün olan tek fikir inkılaptır, devletin ali menfaatleridir, hukuk değil. Akyol röportajında, o günleri somut örneklerle şöyle tarif ediyor: “Gazi’nin Ocak 1923’te dediği gibi ‘inkılabın kanunu mevcut kanunların üstündedir.’ Mesela basın hürriyetine uyulmadı. Hatta daha somut bir örnek; 1924 Anayasasına göre idam cezalarını tasdik, Meclis’in yetkisindedir. Ama İstiklal Mahkemelerinin idam kararları hiç Meclis’e getirilmedi. Anayasada böyle bir hüküm yokmuş gibi davranıldı. 1935 Tunceli Kanunu’nda idam cezasını tasdik yetkisi mahalli komutana verildi. Meclis’te Muğla Mebusu Hüsnü Kitapçı bunun anayasaya aykırı olduğu söyledi. Komisyon Sözcüsü Trabzon Mebusu Raif Karadeniz, “devletin yüksek menfaatleri bunu gerektiriyor” deyince parmaklar kalktı, kabul edildi maalesef.”
1924 anayasasıyla bugün cari olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni kıyasladığımızda, temel dinamikler itibariyle büyük bir benzerlik olduğunu görüyoruz. 1921 ve 1924 anayasası nasıl “kuvvetler birliği” esasına dayanıyorsa, 2017 anayasa değişikliği ile getirilen yeni sistem de fiilen “kuvvetler birliği” ilkesine dayanmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında, iktidar tarafından gündeme taşınan yeni anayasa tartışmalarının “kuvvetler ayrılığı” esasına dayalı olma ihtimali pek mümkün gözükmüyor. Zira yargı dahil her şeyin tek elde toplandığı bir sistemde hazırlanacak yeni anayasa mevcut hali daha da derinleştirmekten öte bir anlam ifade etmeyecektir. Bugünkü anayasa tartışmalarında, “kuvvetler ayrılığı” ilkesini önceleyen muhalefetin eleştirilerinin dikkate alınma ihtimali de son derece zayıftır.
Oysa Akyol’un kitabında da belirttiği gibi 1924 anayasasına giden yolda çok sert tartışmalar yapılmış, azınlıkta da olsalar muhalif vekillerin itirazları sayesinde tasarıda önemli değişiklikler yapılabilmiştir. Öyle ki “dediğim dedik” deme lüksünün olduğu bir dönemde bile muhalefetin sınırlı gücüne rağmen, Mustafa Kemal’in bazı yetkileri engellenebilmiştir.
Akyol’un kitabındaki bu konuyla ilgili satırları birlikte okuyalım:
“Gazi’nin üstün prestij ve karizması sebebiyle (cumhurbaşkanına) istisnai yetkiler de verilmişti ve mecliste büyük itirazlar sert tartışmalar üç konuda ortaya çıkacaktı. Reisi Cumhur’un meclisi fes edip seçimleri yenilemesi, kanunları görüşülmek üzere meclise göndermesi ve baş komutan olması … Cumhur reisine Meclisi yetkisi fes etme yetkisi verilmesi konusunda şiddetli itirazlar oldu ve sonunda meclis bu yetkiyi reddetti, Gazi’ye bu yetkiyi vermedi…”
Hasılı yüz yıllık bir sürecin sonunda bütün demokrasi ve hukuk tecrübelerine rağmen, hala “kuvvetler birliği” uygulamalarından kurtulabilmiş değiliz. Üstelik 1924 anayasasına giden yolda yapılan tartışmaları bile yapamıyoruz. Bugün anayasa tartışmalarında ortaya çıkan en küçük aykırı düşünceleri dillendirenleri bile ya ‘ihanet’le suçluyoruz ya da ‘devletin ali menfaatleri’ne zarar verdikleri gerekçesiyle anında susturuyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu şartlarda yeni bir anayasa hazırlasak bile çok fazla bir şey değişmeyecek, çünkü var olan anayasayı bile uygulamıyoruz.
Söylem düzeyinde hepimiz her zaman bağımsız ve tarafsız bir yargı istiyoruz ama sonunda “bizden yana yargı”da karar kılıyoruz.
Tuhaf olan şu ki Cumhuriyetin ilk yıllarında ’ulu önderimiz’ vardı, bugün de aynı şekilde yeni önderlerimiz var. Önderlerimiz ve memleketin ali menfaatleri için her şey mubahtır. Akyol’un kitabında aktardığı cümleler aslında her şeyi açıklıyor. Anayasa Komisyonu başkanı Yunus Nadi Cumhuriyetin kuruluş yıllarında şöyle yazıyordu: “Biz en karanlık ve karışık zamanlarda Meclis7in meşruiyetini tanımayan insanları tereddütsüz astık. İcap ederse İstanbul’u baştan başa kana bulayacağız. Ta ki mutlak inkılabı hal ve vaziyete hakim kılalım.” (Yenigün, 29 Ekim 1923)