15 Temmuz felaketinin üzerinden zaman geçtikçe, bir cemaatten böylesine bir canavarlaşmaya nasıl gelindiğinin derinlemesine analiz edilme ihtiyacı daha da önem kazanmış bulunuyor. Zira şu ana kadar maruz kaldığımız canavarlaşmanın teolojik, sosyolojik, politik nedenleri üzerine ne yazık ki yeterli analizler yapmadık.
15 Temmuz’da bela başımıza gelince bu yapının nasıl hain bir örgüt olduğunu hep birlikte koro halinde söylemeye başladık ama bu cemaatin yıllarca canavarlaşmasına neden ses çıkarmadığımızı hiç konuşmadık. Acaba bu suskunluğumuz, bu yapıyla ortak paydamızı görmekten korktuğumuz için olabilir mi?
Mesela bu yapının, Türkiye’deki bütün Müslüman kitlenin de bağlı olduğu Sünni yapının neresinde durduğu ve nasıl bir akrabalık içinde olduğu mutlaka sorgulanmalıdır. Zira bu cemaat bütün Müslümanlık iddialarına rağmen, o gece millet iradesine kastetmek ve halka silah çekmek gibi bir hainlik suçu işlemiştir.
Acaba bundan sonra aynı teolojik kökten beslenen başka birileri de çıkıp, birtakım dini argümanları kullanarak insanları öldürmek gibi bir ihanete kalkışacak mıdır?
Maalesef bundan emin değiliz, çünkü FETÖ’de gördüğümüz sadece insanların bir kasaba vaizinin etrafında toplanmasından ibaret değildir. Biliyoruz ki hemen hepsi yüzyıllara dayanan Sünni gelenek içindeki ‘Mehdilik’ gibi mistik-manevi havanın şekillendirdiği patolojik patlamalarla bu kasaba vaizine yüksek mertebeler atfetmiş ve onu neredeyse bir peygamber gibi görmüştür.
Unutmayalım özünde organik olarak tasavvuf geleneğine bağlı olan Fetullah, mehdilik misyonu ile kendini ilham ve rüya ile doğrudan Allah’a bağlayarak taraftarlarına ‘Altın nesil’ tanımlamasıyla melekleri aşan seçilmişler hissini aşıladı. Nitekim bu mistik organizasyonun sonunda taraftarlarının davanın başarısı için Fetullah’ın fetvasıyla şeytan dahil her türlü kılığa girdiklerini artık çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla “FETÖ’cüleri temizledik işimiz bitti” mantığı ile elimizi yıkayıp kenara çekilerek bu patolojik tehlikelerden kurtulamayız.
Ankara İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. İlhami Güler 15 Temmuz sonrası yayınlanan “Darbe teşebbüsünden çıkarılacak ‘din teoloji’ dersleri II” makalesinde Fetullah’ın oluşturduğu yapının aslında hangi kaynaklardan beslenerek bugünlere geldiği konusunda çok önemli tespitlerde bulunuyor: “Cemaat, Sünniliğin teolojik bünyesindeki ‘Mehdilik’ inancı ve Batınî Tasavvuf üzerinden/aracılığı ile ‘Paralel Din (dinin içinde-üstünde din)’ olarak tezahür etmiştir.
... Dini enerjinin, bu tarz patolojik patlamalarını önlemek için, Sünni itikadın hem politik ayağı, hem de metafizik-mistik ayağı sökülmesi ve yeniden dokunması gereklidir.”
Makalesinde, Fetullah’ın davanın nihai başarısı için İslam’ın en temel ahlaki yasaklarını, haramlarını mesela iftira, rüşvet, şantaj, hırsızlık ve şeytani kumpaslarla ihlal ederek 40 yıl boyunca devletin içine sızdırdığı elemanları vasıtasıyla 15 Temmuz’da büyük ihanete kalkıştığını kaydeden Prof. Güler, bu ihanetin İslam tarihindeki benzer örneklerine dikkat çekiyor: “Bu olay, İslam toplumunun erken dönemde yaşadığı Cemel, Sıffin, Kerbela, Ka’be’nin (mancınıkla) bombalanması… gibi, dini saikli yeni bir ‘iç-savaş’ örneğidir. Sünni teoloji (Hadis Ehli-Eşarilik-Tasavvuf) göbeğinden sorgulanmadığı için, ders alınamadığını gösteriyor.”
Eğer Prof. Güler’in ifadesiyle ‘akla, mantığa, sağduyuya, burhana, beyyineye, delile, ilme, bilgiye, hikmete, sorgulamaya dayanan Kur’an’ın iman anlayışının tersine’ etrafta dolaşan dini anlayışları esastan sorgulayamazsak, gelecekte başka sapık Fetullah’ların çıkmasının önüne asla geçemeyiz.
Camilerinde şu tür dini ritüellerin anlatıldığı bir ülkede her türlü sapkınlığın çıkması doğaldır.
Fetullah 06-04-1979 tarihli bir vaazında şöyle demektedir: “Birisi şöyle anlatır: Geve bulunduğum yerde Rasul-i Ekrem’i gördüm. Bana dedi ki: Ben şimdi teftişe çıktım. Buradan da İzmir’e gidiyorum. Bir başkası şunu söyleyecektir: Gelip minbere oturdu veya mihrabın dibine oturdu. O cemaatin içinde isbat-ı vücud etti.” (Diyanet Şurası sonuç bildirisinden)
İşte paralel oluşumların, sapkınlıkların beslendiği kirli iklim...