Galiba bu ülkede bazı şeyler hiç değişmeyecek. Türkiye’deki yönetim aygıtının neredeyse temel yazılımını oluşturan ‘darbeci’ ve ‘andıç’çı yaklaşım belli dönemlerde geriletilmeye çalışılsa da, bir gün ansızın siyasetin kapısını çalabiliyor.
Giderek şöyle bir genel kanaat oluşmaya başladı: Türkiye’de her şey değişir ama siyasetin ve siyasetçinin itilip kakılması, kişilerin itibarsızlaştırılması hiç değişmez.
Darbelerin toplumun bütün kesimlerinde büyük mağduriyetler ve tahribatlar yarattığını biliyoruz. Ancak esas büyük yıkım siyasette gerçekleşmiştir. Zira darbeler yoluyla siyasetin ana damarlarının kesilmesiyle toplumda derin fay hatları oluşmuş ve uzun yıllar bu tahribatın izleri silinememiştir.
Kuşkusuz darbeler öncesi ve sonrasında kıyımların en acımasız araçlarından birisi de en kaba yöntemlerle işletilen ‘andıçlar’ olmuştur. 28 Şubat andıçlarıyla kimlerin nasıl hedef gösterilerek giyotinin ağzına sürüldüğü hala hafızalarımızda canlılığını koruyor.
***
Öylesine acımasız bir dönem ki gazeteciler, aydınlar, sivil toplum temsilcileri, siyasetçiler tamamen yalana dayalı kirli yöntemlerle önce itibarsızlaştırıldı, hedef gösterildi sonra da operasyona tabi tutuldular. İşin en dramatik tarafı da bu andıç kepazeliklerinde taşeron olarak gazetecilerin ve siyasetçilerin kullanılmış olmasıdır. Yani gazeteciler, gazetecilere, siyasetçiler de bir bakıma siyasetçilere kırdırılmıştır.
İşte 2002 yılında AK Parti iktidarıyla birlikte bir taraftan ‘andıç’ yaraları sarılırken, bir taraftan da siyasetin tepesinde sallandırılan ‘vesayet giyotini’ ortadan kaldırıldı. Bunun sonucunda doğal olarak demokrasinin standartlarının yükselmesiyle birlikte siyaset de normalleşmeye başladı.
Uzun kıyıcı dönemlerin ardından artık toplumun darbe ve andıçlardan yorulduğunu ve çok tabii olarak sivil siyasetin kıymetinin daha iyi anlaşılacağını ve demokrasi ikliminin herkese iyi geleceğini sanıyorduk.
***
Ama yanılmışız, tam vesayetten kurtulduk derken bir gün baktık ki, devletin kılcal damarlarına kadar işleyen paralelci virüs bir başka ‘vesayet’ anlayışıyla bir kabus gibi demokrasinin üzerine çöküverdi.
Devletin kurumlarını ele geçiren örgüt tarafından hazırlanan kasetler, tapeler, dinleme kayıtları vasıtasıyla siyasetçilere, işadamlarına, sivil toplum örgütü mensuplarına, gazetecilere, bakanlara, başbakanlara itibar suikastı yapıldı, yani andıçlandı.
Neyse ki siyasi iktidar tehlikeyi fark etti ve paralel örgütle ciddi bir mücadele başlattı. Zaman zaman süreçle ilgili sulandırma emareleri ortaya çıksa da, artık paralelle mücadele bir devlet politikası haline dönüşmüş bulunuyor.
Ancak ne hazindir ki sanki bu ülkenin itibar sahibi insanları, değerli kurumları önce 28 Şubat, sonra da paralel örgüt tarafından ahlaksız, hukuksuz saldırılarla şeytanlaştırılıp hedef haline getirilerek büyük mağduriyetlere maruz bırakılmamışlar gibi şimdi de ‘Pelikan bildirisi’ gibi şeytani yöntemlerle yine siyasetçiler ve gazeteciler andıçlanıyor.
Talihsizliğe bakın ki yeni ‘Pelikan andıç’ı kepazeliğinin ortakları ve taşeronları da yine gazeteciler... Kısacası değişen pek fazla bir şey yok, sadece takvimlerdeki tarihler değişmiş, bir de kullanışlı aptallar.