Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la CHP lideri Özgür Özel arasında karşılıklı gerçekleşen ziyaretler, siyasette yumuşama ve normalleşme iklimi oluşturabileceği umuduyla toplumda memnuniyetle karşılandı.
Ama gördük ki ‘normalleşme’ özellikle iktidar cenahı tarafından çok da arzu edilen bir durum değilmiş… Ayrıca normalleşmeyle gelmesi umut edilen hukuk, özgürlük ve insan hakları gibi değerlerin halkımızın önemli bir kesimi tarafından öncelikle talep edildiğini söylemek de biraz zor. Muhtemelen karın doyuran önemli bir mesele olarak da görülmemektedir.
Esas itibariyle siyasi iktidar, demokrasi, hukuk, özgürlük gibi değerleri Türk halkı için bir ihtiyaç olarak görmüyor olmalı ki kendi başlattığı “yumuşama-normalleşme” adımından caymak için yan yollara sapmayı tercih etmiş bulunuyor.
Belki de iktidar haklıdır, Mehmet Şimşek’in uçan kuşa bile vergi koyma hazırlığı yaptığı bir dönemde normalleşme karın doyurmaz ki… Nasıl olsa her zaman olduğu gibi yine fakirler kemer sıkacak. Dolayısıyla onlar için ‘normalleşme’ olsa da olur, olmasa da…
Maalesef Türkiye’nin kaybettiği özellikle son beş yıla baktığımızda, normalleşme tartışmalarının çölde su aramak kadar absürt bir durum olduğunu görüyor ve içimiz acıyor.
Çünkü biz hayatın doğal akışını temsil eden normalleşmiş toplumlarda ‘hukukun üstünlüğü’nün devletin esasını oluşturduğu gerçeğini unutalı çok oldu.
Kurumların liyakatli kadrolar tarafından yönetilmesi gerektiğini artık hatırlamıyoruz bile…
Eğer hukukun bir gün hepimize lazım olacağını unutarak, tıpkı antidemokratik ülkelerde olduğu gibi hiçbir evrensel hukuk normunda yeri olmayan yargı kararlarıyla insanlarımızı cezaevlerinde tutmaya devam edersek;
Ehliyetsiz ve liyakatsiz kadrolarla ülkeyi adeta yaz-boz tahtasına çevirerek akıl ve tecrübeye itibar etmeden ülkeyi kötü yönetmeye devam edersek;
Ülkenin mahkum edildiği vahim tabloyu eleştirenleri, itiraz edenleri ‘hain’ ya da ’dış güçler’in içerideki aparatı olarak görmeye devam edersek;
Kısacası ‘itibardan tasarruf olmasın’ diye, vergi adaletsizliğinde yeni icatlar çıkararak bütün vergileri garibanların sırtına yüklersek, saraylarımızın ışıkları sönmesin diye eğitimdeki çaresizliğimizi görmezden gelirsek, ‘vatan bölünmesin, ezan susmasın’ sloganlarının arkasına saklanarak hukuku, adaleti ve kul hakkını unutursak, bilelim ki bu ülkede asla normalleşme olmaz. Normalleşme olmazsa da ne dünyada zerrece bir itibarımız olur ne de fukaralıktan kurtulabiliriz.
Bugün ne halde olduğumu anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok, Mehmet Şimşek’in son beş yıldaki kötü yönetim yüzünden dibe vuran Türkiye’ye biraz olsun nefes aldırabilmek için icat ettiği ‘kemer sıkma’ politikalarına bakalım yeter. Kuşkusuz bu Şimşek’in suçu değil ama kaybolan yılların faturasının da birilerine kesilmesi gerekiyor.
Bu fatura vergi aflarıyla, ehven kredilerle beslenen iktidarın imtiyazlı şirketlerine kesilemeyeceğine göre, özellikle orta ve alt gelir gruplarına kesilecek demektir. İşte Mehmet Şimşek de aynen bunu yapıyor, başka bir seçeneği de yok zaten.
Normalleşme tartışmalarının başladığı ilk günden bu yana önemli bir kesim, “Bu yumuşama-normalleşme işi iktidara nefes aldırmayı amaçlıyor” şeklinde düşünüyor. Bir açıdan bakıldığında haklı olabilirler ama bugün itibariyle kemerlerin biraz daha sıkılmasıyla canı yanan insanlar, kimin ne hedeflediğine bakmadan doğrudan iktidara fatura kesmeye başlayacaklardır, çünkü ok yaydan çıkmıştır… Eğer iktidar sahici bir normalleşme adımıyla demokrasiye ve hukuka dönmezse, kaybetmeye hazır olmalıdır.
Nitekim CHP lideri Özgür Özel, iktidarın bu zayıf noktasını görmüş ve hedefe yüklenmeye odaklanmış bulunuyor. Şu ifadeler bunun en önemli kanıtıdır: “Bakın biz Türkiye’de siyasette normalleşme istiyoruz. Normalleşme demek, normal davranmak demektir. Kurallara uygun davranmak demektir. Hukukun üstünlüğüne inanmak, anayasaya bağlı kalmak demektir. Sopalarla saldırınca normalleşme olmaz. Ankara’nın ortasında bir siyasi cinayetin kanını yerde bırakmakla olmaz. Emekliye on bin lira vererek, açlığa mahkum ederek, aç kal demekle olmaz. Asgari ücretliye seçimden önce dört kez yılda zam yapacağım deyip, seçimden sonra yapmamakla olmaz.”