Yanlış anlamayın, bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü’nü ünlü protest şarkıcı Bob Dylan’a verdiler diye üzülmüş filan değilim. Aksine “Blowin in the Wind” gibi tarihin kaderini değiştiren bir şarkıya imza atan efsane şarkıcı Dylan’a verilmiş olmasından sadece mutlu olabilirim.
Düşünün ki “Blown in the Wind”, Martin Luther King dünyaya “Bir hayalim var” diye seslenmeden saatler önce Lincoln Anıtı’nda çalınmıştı.
Yine aynı şarkının sözlerindeki ‘canonballs’ (top gülleleri) ve ‘doves’ (kuğular) bölümlerinden dolayı Vietnam karşıtı protestolarda kitlelerin sesi olmuştur. Aktivist ve müzisyen Peter Yarrow şarkının albenisi ile ilgili diyor ki: “Bu şarkıda bir özlem, bir umut, bir olasılık, bir hüzün ve bazen de muzaffer bir kararlılık bildirisi duyabilirsiniz.”
Aynı şekilde Bob Dylan’ın Soğuk Savaş yıllarında yazılan en dehşetli protest şarkılarından birisi de “A Hard Rain’s A-Gonna Fall”dır.
Dolayısıyla, büyükannesinden dolayı kökleri Kars Kağızman’a kadar uzanan Bob Dylan’a Nobel Edebiyat Ödülü’nün verilmiş olması, uzaktan da olsa bir Türkiye ilgisi bakımından son derece önemli. Türkleri ve gökyüzündeki uzak yıldızları anlatan ‘In a Turkish Town’ adlı şarkısının yazarı Bob Dylan’ın Nobel ödülü alışını coşkuyla alkışlıyorum.
Ancak benim itiraz ettiğim mesele bu değil. Adı edebiyat ödülü olduğuna göre, şiir, roman ya da hikayeye verilmesi gerekmez miydi? Akademiden yapılan açıklamada ödülün ‘yeni şiirsel geleneği, Amerikan şarkılarıyla oluşturduğu’ gerekçesiyle Bob Dylan’a verildiği duyuruldu. Akademinin açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla, demek ki ödül için mutlaka bir edebiyat ürünü olması gerekmiyormuş.
Ancak her şeye rağmen dünyada bunca ünlü romancı ve şair varken, Amerikan şarkılarına Nobel Edebiyat Ödülü verilmesinde bir tuhaflık var. Eğer mutlaka Bob Dylan’a bir ödül verilmesi gerekiyor idiyse ki bence de verilmeli, pekala başka bir ad altında verilebilirdi.
Ama benim derdim başka, mesela neden ünlü Japon romancı Haruki Murakami’ye bir edebiyat ödülü verilmez. Murakami, Japonya’nın 20. Yüzyıldaki en büyük yazarlarından birisidir. Bana göre yazarı dünyaya tanıtan ve kendinden söz ettiren kitabı ve tam 16 dile çevrilmiş olan “İmkânsızın Şarkısı” bile başlı başına Nobel ödülünü hak eden bir eser.
Bu konuda her sene yazılıp çizilenlerde iddia edilir ki, Nobel alamayan diğer yazarlar gibi Murakami’nin de Nobel yolunda önündeki en büyük engel, bütün dünyada okunan, tanınan bir yazar olması... Zira İsveç Akademisi uluslararası çok satan ünlü yazarlara değil, daha çok kıyıda köşede kalan yazarlara ödül verirmiş. Oysa bu doğru değil, bugüne kadar ünlü yazarlara da ödül verildi.
Galiba İsveç Akademisi’nin ünlülük anlayışı biraz farklı! Mesela 1953 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill’e vermişlerdi. Herhalde ünü bütün dünyaya yayılmış olan Churchill, Akademi nezdinde pek ünlü sayılmıyordu. Ayrıca ödül esere değil, gerekçede belirtildiği gibi Churchill’in “Tarihi ve biyografik açıklamalarının ustalığı kadar, yüce insani değerleri savunurkenki parlak hatipliği”ne verilmişti!
Aslında neden Murakami’ye ödül verilmediğini anlamak için bugüne kadar Nobel Edebiyat Ödülü alan 112 kişinin üçte birinin Fransız, İngiliz ve Amerikan vatandaşı olduğunu, diğer Avrupalı ülkelerle birlikte bu oranın neredeyse yüzde 80’lere çıktığını dikkate almak sanırım yeterli olacaktır. Bu durumda galiba cümleyi şöyle tamamlamak gerekiyor; eğer Murakami gitar çalmayı öğrenirse belki bir gün Grammy’e aday olabilir!..