Kuşkusuz seçim sonrasında muhalefetle ilgili pek çok analiz, yorum ve eleştiri yapıldı. Ama şu ana kadar muhalefet liderlerinden hiçbiri çıkıp neden böyle bir sonuç alındığı konusunda ciddi bir özeleştiri yapmadı. Tam aksine esas sorumluluk makamında olan muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, sanki hiçbir şey olmamış gibi “Dünyanın sonu değil” diyerek aynı minval üzere yola devam edeceklerini açıkladı. Elbette dünyanın sonu değil ve hayat devam ediyor ama bu gidiş devam ederse çok da iyi bir gelecek beklemiyor.
Muhalefet liderleri muhtemelen tehlikenin farkında değiller ama muhalif seçmen, iktidara olduğu kadar muhalefete de öfkeli… Eğer kısa sürede bir değişim adımı atıp toparlanmazlarsa, yerel seçimler için her şey çok geç olabilir.
Kuşkusuz geriye dönüp neden başarılamadığını yeni baştan konuşmanın çok fazla bir anlamı yok ama kaybeden liderlerin bundan sonraki siyasi yürüyüşlerini planlamaları açısından geçmişin muhasebesini yapmakta fayda var.
Hakkaniyetli olmak açısından, evet Kılıçdaroğlu’nun farklı siyasi duruşa ve kimliğe sahip partileri aynı masa etrafında buluşturarak ortak bir güç oluşturması son derece kıymetliydi ve özünde bir tahammül rejimi olan demokrasi açısından da önemli bir kazanımdı.
Ama unutmamak gerekiyor ki siyaset aynı zamanda kazanmaya odaklı bir faaliyettir. Dolayısıyla nihai olarak kazanamadığınızda yaptığınız bütün önemli çalışmaların bir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.
Bugünden geriye dönüp baktığımızda Millet İttifakı’nın kazanmaya dönük vizyonunun yeterli olmadığını görüyoruz. Çünkü Millet İttifakı neredeyse bir yıl boyunca parlamenter sistem ve temel ilkeler konusunda kapsamlı çalışmalar yaptılar ama bir kez olsun bu işleri kimin yapacağı, yani adayın kim olacağını konuşmadılar. Bir yıl boşa geçtikten sonra, son anda yaşanan ‘aday krizi’ doğal olarak ittifakın motivasyonunu zayıflattı. Bu belirsizliğe İYİ Parti’nin gidiş-gelişleri de eklenince muhalefetin seçmen nezdindeki güvenilirliği büyük zarar gördü.
Oysa esas olan cumhurbaşkanlığını kazanmaktı, farklı zamanlarda bu köşede de altını çizmeye çalıştığımız gibi eğer cumhurbaşkanlığı kazanılamazsa, yapılan bütün bu değerli çalışmalar arşivlerde kalmaya mahkumdu ve öyle de oldu. İnanıyorum ki bu bir yıl boyunca harcanan enerji ve zaman, ‘nasıl kazanabiliriz’ noktasına teksif edilmiş olsaydı daha farklı bir sonuç ortaya çıkabilirdi.
Ama ne yazık ki bunu yapamadılar, tam aksine sanki her şey bitmiş, iktidar kazanılmış gibi neredeyse paylaşım derdine düştüler. Öyle ki toplumda kimin cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı, seçilecek cumhurbaşkanının ittifak liderlerinin kontrolünde olacağı gibi absürt bir algının oluşmasına izin verdiler.
Hatta öyle ki “Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, kararları ortak vereceğiz” benzeri değerlendirmelerle ‘zayıf cumhurbaşkanı’ imajı oluşturdular. Oysa hepimiz biliyoruz ki toplum, devleti yönetmeye talip olanların böylesine zaaf görüntüsü vermelerinden asla hoşlanmaz. Hele de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gibi siyasi karizması yüksek bir isim karşısında böyle bir görüntünün verilmesi kabul edilebilir bir durum olmasa gerektir.
Sonunda olan oldu, bunca yaşanan ekonomik krize rağmen muhalefet değil, iktidar kazandı. Bu noktada DEVA, Gelecek ve Saadet’in kendi logolarıyla seçime girmemeleri de ayrı bir zaaf oluşturdu maalesef. Aslında DEVA, son ana kadar kendi logosuyla seçime girmekte kararlıydı ama o da sonunda CHP listelerinden seçime girmek durumunda kaldı. Keşke kendi ismiyle girip yüzde 2 oy alsaydı, çıkaracağı 3-4 milletvekili bugünkü 15 vekilden daha büyük bir anlam ifade ederdi ve de parti olurdu.
Neyse artık şimdi ah-vah etmenin bir anlamı yok. Elbette partiler kararlarını kendileri verecekler, bizimkisi biraz dışarıdan gazel okumak oluyor… Ama şu bir gerçek ki artık bir karar vermek durumundalar. Bilindiği gibi Saadet ve Gelecek seslerini duyurabilmek için Meclis’te grup kurdular. Dışarıdan bakınca grup kurma işi, her şeye rağmen iyi bir gelişme gibi gözüküyor. Ancak hemen hatırlatmakta yarar var, eğer bu durum halkta liderlerin her hafta grup konuşması yapmak için oluşturulduğu gibi bir algı yaratırsa pek hoş olmayabilir.
İşte tam da bu yüzden Saadet ve Gelecek Partisi’nin, mümkünse gerçek anlamda bir birleşmeyi sağlamaları daha sağlıklı sonuçlar üretebilir.