Seçim bitti, Tayyip Erdoğan yeniden seçildi ve o işine devam edecek. Bu süreçte çok şey yaşadık, zaman zaman vicdanlarımızı sızlatan, ahlaken hepimizi utandıran sahnelere şahit olduk ama artık bunlar geride kaldı.
Şimdi herkes için muhasebe yapma zamanı… Özellikle de İslami değerleri önemseyen dindarlar olarak Müslümanlık anlayışımızı yeni baştan gözden geçirmemiz gerektiği kanaatindeyim.
Çünkü siyasetten toplumsal hayatın katmanlarına kadar her alanda ortaya çıkan manzarayı gerçek anlamda bir Müslümanlık anlayışıyla bağdaştırmak ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor. Evet burası Müslüman bir ülke, doğal olarak insanlar namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri kendi hassasiyetlerine göre yerine getirmeye çalışıyorlar. İnsanların bir bölümü dinle daha sıkı bir ilişki içinde olurken bir bölümünün ilişkisi ise daha gevşek bir görüntü arz edebiliyor. Kuşkusuz bu, insanların tamamen kendi iradeleriyle ilgili bir durum.
Ama bir gerçek var ki İslam namaz ve oruç gibi sadece belli ibadetlerden ibaret değil. Biliyoruz ki attığımız her adım, her söz ve eylem ibadet bağlamında bir anlam ifade etmektedir. Çünkü din, hayatımızın her alanında yapıp ettiklerimiz konusunda bize öneriler sunan ve belli yükümlülükler getiren değerler bütünüdür.
Gerek yönetimsel, gerekse bireysel anlamda İslam, her işimizi adalet üzere yürütmeyi, hakka-hukuka riayet etmeyi, başkalarının ırzına-namusuna tasallutta bulunmamayı, bireylerin özgürlüklerini korumayı, yolsuzluk ve rüşvetten uzak durmayı, yalan söylememeyi, insanlara iftirada bulunmamayı, eğer yöneticiyseniz liyakati esas almayı, her eyleminizde Allah görüyormuş gibi şeffaf davranmayı öğütler ve önerir.
Fahreddin er-Râzî, Nisâ sûresinin, “Kim bir hata yapar veya kasıtlı günah işler de onu bir suçsuzun üzerine atarsa büyük bir bühtan ve apaçık bir günah yüklenmiş olur” meâlindeki 112. âyetinde geçen bühtan kelimesini, “Din kardeşine kendisinde bulunmayan bir kusur ve kötülük isnat etmendir” diye açıklar (Mefâtîḥu’l-ġayb, XI, 38-39).
İslâm’da iftira haram kılındığı gibi asılsız olması muhtemel haberlere doğruymuş gibi ilgi göstermek ve bunlara araştırmadan inanmak da yasaklanmıştır (el-İsrâ 17/36; el-Hucurât 49/6). (İslam ansiklopedisi)
Hal böyleyken Türkiye’de alnı secdeye giden Müslümanların, İslam’ın temel değerleri ve önerileri konusunda nasıl bir tavır sergilediklerine yakından bakmak gerekiyor.
Maalesef Müslümanların kahir ekseriyeti için yöneticilerin adil olması ya da olmaması bir anlam ifade etmiyor. Eğer yöneticilerin alnı secdeliyse yolsuzluk yapmaları, yalan söylemeleri ya da başkalarına iftirada bulunmaları görmezden gelinebiliyor.
Kabul etmek gerekiyor ki ülkemizde cari olan Müslümanlık anlayışı, rahmet dini olan İslam’ın fulü bir kopyasından ibaret… Şu bir gerçek ki bugün camileri dolduran insanların büyük bir bölümü için namaz önemlidir, cami önemlidir, Ayasofya’nın açılması, yeni camilerin yapılması önemli bir Müslümanlık göstergesidir. Ama alnı secdeye varan yöneticilerin, Allah’ın Kur’an’da açık bir şekilde emrettiği gibi adaletle hükmetmemeleri, liyakat ve ehliyete riayet etmemeleri, yolsuzluğu alışkanlık haline getirmeleri camileri dolduran insanların umurunda olmaz. Çünkü onlar için önemli olan namaz kılmalarıdır, gerisi teferruattır.
İşte tam da bu, camilerin içini boşaltan, rahmet dini olan İslam’ı belli ritüellere hapseden arızalı bir Müslümanlık anlayışının ta kendisidir…
Eğer Müslümanlar ahlaklı ve erdemli olmayı hayatlarının merkezi haline getiremezlerse, geleneksel İslam kültüründen devralınan ‘görsel dindarlık’ anlayışını bir din gibi bellemeye devam ederlerse korkarım gelecek nesillere taşıyacağımız gerçek bir din anlayışımız da olmayacak.
Oysa sağlıklı İslami kaynakların bize gösterdiği gerçek şu ki: “Ahlak, din duygusu gibi insanın yaratılış/ fıtrattan getirdiği asli bir duygudur. XI. Yüzyılın din alimlerinden Ragıp el- Isfehani’nin ifadesiyle Allah insanlara iki elçi (resül) gönderdi; birinci elçi akıl, ikincisi de Peygamberlerdir. İnsana temiz bir fıtrat verdi. Bunda akıl, vicdan, merhamet, düşünme, haya, adalet ve hakkaniyet gibi insanı insan yapan kabiliyet ve değerler mündemiçti. Yüce yaratan ayrıca rahmet ve şefkatin tecellisi olarak insanlığa değişik aralıklarla peygamberler gönderdi, dünya hayatımıza dair muradını içeren vahyini gönderdi ve bizlere bu hayatta rehberlik etti. Böylece insan bu dünyada düşünerek doğruyu yanlıştan ayırsın, yaratanını tanısın, edep ve ahlakı, hakkı ve hukuku gözetsin ve mutlu bir hayat sürsün istedi.” (Prof. Ali Bardakoğlu, Yüzleşme, s.287)
Şimdi geldiğimiz noktada oturup Müslümanlık anlayışımızı yeni baştan sorgulamak zorundayız, aksi taktirde bütün bir Müslüman dünya olarak hukukun, ahlakın, özgürlüklerin olmadığı, otoriter zihniyetin hakim olduğu topluluklar olarak, özgürlük ve refah toplumlarına gıpta ile bakmaya devam ederiz.