Malum Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi elinden tutarak deprem felaketinin yaşandığı illeri geziyor. Her iki liderin de dilleri çok sert ve bu halin sükunete kavuşması da pek mümkün gözükmüyor.
Cumhurbaşkanının “be namussuz, be şerefsiz…” kelimeleriyle başlayıp devam eden o ifadeleri burada tekrar etmekten haya ediyorum, zira ben bir insanım ve bu kelimeler yüzünden derin bir utanç içindeyim.
Biliyorum ki siyaset dilindeki bu kirlenmenin, çürümenin yaklaşan seçimleri yakından ilgilendiren bir boyutu var. Ama ben meselenin bu tarafıyla ilgilenmiyorum, seçimi kim kazanırsa kazansın artık çok bir anlamı yok. Alın bütün seçimler, bütün iktidarlar sizin olsun ama lütfen deprem bölgesindeki beceriksizliğinizin kızgınlığı ile her şeyin üzerinde tutmaya çalıştığımız dindarlık hassasiyetimize, Müslüman olmanın izzetine bu kadar zarar vermeyin…
Diyelim ki Cumhurbaşkanı deprem felaketinin ilk iki günü özellikle kurtarma konusunda yeterli organizasyonu sağlayamadıkları, insanların çaresizliğine çare üretemedikleri için çok öfkeli. Dahası enkaz altında “bizi kurtarın” diye yalvaran ve “Devlet nerede” diye haykıran yakınlarının feryatlarına mikrofon tutan medya mensuplarına da fena halde öfkeli… Bunu bir dereceye kadar anlamak mümkün.
Ama aynı zamanda medya ve siyasetçiler dahil bu acıya ses veren insanları da anlamak gerekmiyor mu?
“Kızılay çadırları nerede?” diye seslenenleri ahlaksız, vicdansız ve toplumda fitne-fesat çıkaran unsurlar olarak gören bir devlet anlayışı olabilir mi?
Bugün depremin 19. Günü ve hala yeterli miktarda çadır temin edilebilmiş değil. Oysa bunca zamandan sonra çadırın lafı bile edilmemeliydi. Şimdi insanlar konteynerler nerede diye soruyor olmalıydılar, çünkü bu kış gününde belli bir süre sonra çadırlar da depremzedeleri korumaya yetmeyecektir.
Maalesef iktidar bir süredir neredeyse bütün yönetim tarzını seçime endeksli hale getirdiği için hiçbir konuda çözüme odaklanamıyor. Bu yüzden de son deprem felaketinde de net olarak ortaya çıktığı gibi krizleri yönetemiyor, yönetemedikçe de en küçük eleştirileri bile ‘hainlik’ ve vicdansızlık olarak görüyor. Çünkü felakette ortaya çıkan negatif iktidar fotoğrafının seçim sandığını tetiklemesinden endişe ediyor.
İktidarın penceresinden bakıldığında bütün bunların bir izahı var elbette, ama hayat sadece iktidar olmaktan ibaret değil ki… Kaldı ki insan hayatından daha değerli bir şey olamaz, bu yüzden de iktidarları erdemli kılan, kaybetme pahasına bile olsa hatalarını kabul etmek ve bu felaketten çıkış yolunda ‘acı reçete’ gerekse de asla taviz vermemektir.
Açıkçası depremle birlikte makuliyetle bağlarını tümden koparan iktidardan böylesine bir erdemlilik beklemenin biraz hayalcilik olduğunun farkındayım ama yine de umut ediyor ve de bekliyorum.
Kim bilir belki de AK Parti’de hala makuliyet sınırını geçmemiş bir akıl vardır ve çıkar der ki: “Bu ülkede 85 milyonla birlikte yaşayacağız, insanları hain ya da şerefsiz gibi nezih ağızlara yakışmayan ifadelerle itibarsızlaştırıp kutuplaştırmayalım. Özellikle de dindarlık hassasiyetimizi zedeleyen, siyaseti kirleten bu zehirli dilden vazgeçelim.”
Hayalci bir beklenti değil mi?
Evet öyle, ama unutmayalım burası Müslüman bir ülke, dolayısıyla zaman zaman bireyler olarak belli hatalarımız olsa da hiçbirimiz onurumuzu ve özellikle de dini değerlerimizi rencide edecek küfür niteliği taşıyan sözlere muhatap olmak istemeyiz.
Biliriz ki Müslüman olmanın izzeti, bütün yaratılmışlara şefkat ve merhametle davranmayı gerektirir.
Çünkü din bize hiç kimsenin olmadığı yerde bile kendimize ve yüce Yaradan’a karşı dürüst olmayı ve her an denetlendiğimizi hatırlatır.
Ve yine din, Müslüman’ı elinden, dilinden herkesin güvende olduğu kişi olarak tarif eder. Hz. Peygamberin “Muhammedü’l-emin” olarak anılması, bütün Müslümanlar açısından önemli bir örnek olmalıdır. Bu çerçevede, özellikle dindar olmayı önemseyen insanların, neden bugün hepimizi inciten böyle bir siyaset diline mahkum olduğumuzu yeniden düşünmelerinde sayısız faydalar olduğu kanaatindeyim.
Acı olan şu ki milletçe depremin yaralarını sarmak için seferber olduğumuz şu günlerde, yıllardır bir türlü kurtulamadığımız siyaset dilindeki kirliliği konuşuyor olmak… Ama ne yapalım ki felaketler bile ders almamız için yeterli olmuyor…