Müslüman toplumlarda pek fazla bir umut olmasa da en azından adalet arayışının devam ediyor olması önemli. İslam ülkelerinin hukuk insanları belli periyotlarda uluslararası boyutta toplantılar düzenliyor, bu ülkelerdeki adaletin içler acısı halini masaya yatırarak rasyonel düzlemde bir hukuk sistemini nasıl inşa edeceklerini tartışıyorlar.
Kim bilir belki de Müslüman dünyada adalet için hala umutlar tükenmemiştir. Bu açıdan Müslüman ülkelerdeki hukuk tartışmaları, her şeye rağmen çok önemli. Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesi’nin ev sahipliğinde İstanbul’da düzenlenen ‘İslam Dünyası Anayasa Yargısı’ konferansında önemli mesajlar verildi.
Konferansta konuşan AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın şu sözleri anayasa yargısının adeta amentüsü niteliğinde: “Anayasa yargısının temel işlevi, anayasanın üstünlüğünün sağlanması suretiyle temel hak ve hürriyetlerin korunmasıdır. Bu işlevin tam olarak yerine getirilmesi ise toplum sözleşmesi mahiyetinde olan anayasalarda yer alan adalet, eşitlik, hürriyet, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı gibi anayasal ilke ve değerlerin hayata geçirilmesine bağlıdır.”
Esas itibariyle demokratik ülkeler dahil, İslam ülkelerindeki hukukçular da ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘kuvvetler ayrılığı’ gibi temel prensipler konusunda benzer yaklaşımlar sergilemektedirler. Ancak başta Müslüman ülkeler olmak üzere anayasal demokrasiler ligine çıkamamış ülkelerde evrensel hukuk normlarının hayata geçmesi ne yazık ki pek mümkün olmuyor.
İslam ülkeleri arasında en ciddi demokrasi tecrübesine sahip Türkiye örneğine baktığımızda bile Müslümanların işlerinin ne kadar zor olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Özellikle AB ile tam üyelik müzakereleri sürecinde önemli hukuksal reformlar gerçekleştiren Türkiye bugün, ne yazık ki hukuk devleti anlayışının büyük yara aldığı ve adalete olan güvenin adeta dip yaptığı talihsiz bir dönemi yaşıyor.
Demokratik ülkeler dahil, farklı ülkelerdeki uygulamalarla bizdeki hukuki uygulamaları karşılaştırdığımızda, Türkiye’de kabile devletlerinde bile örneği az bulunan hukuk facialarıyla karşılaşmamız mümkün. Bu konuda en yeni örnek, hiçbir hukuki kriterle bağdaştırılması mümkün olmayan ‘ahmak’ kelimesi üzerinden Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve siyasi hayatının bitirilmesidir. Galiba bu ülkede hala ‘hukuk devleti’nin varlığından söz edenler için sadece Allah’tan şifa dilemek gerekiyor… Gerçekten iç acıtıcı bir durum ama, maalesef geldiğimiz yer burası. İşte tam da bu yüzden Müslüman ülkeler açısından ciddi bir sorgulamanın yapılmasının elzem olduğunun altını özellikle çizmek gerekiyor.
Bir kere açık yüreklilikle sormak gerekiyor; acaba Türkiye dahil Müslüman ülkeler gerçek anlamda bir hukuk devleti istiyor mu?
Müslümanların bugünkü haline baktığımızda ne yazık ki bu soruya olumlu cevap verilmesini beklemek sadece bir hayalden ibarettir. Çünkü hiçbir Müslüman ülkede evrensel hukuk normlarına dayalı anayasal demokrasi talebi bulunmamaktadır.
Düşünün ki yaklaşık 80 yıllık demokrasi tecrübesi bulunan Türkiye bile, yaşanan tecrübeleri bir tarafa bırakarak ‘kuvvetler ayrılığı’dan ‘kuvvetler birliği’ne çark etmiş bulunuyor.
Mesela “İslam Dünyası Anayasa Yargısı” konferansında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Adalet dağıtamayan, vatandaşına adaletle hükmedemeyen bir devlet tıpkı temeli çürük bir bina gibi yıkılıp gitmeye mahkumdur” ifadelerini kullanıyor. Ama aynı konuşmada, ‘kuvvetler ayrılığı’nın yarattığı sıkıntılara vurgu yapmayı da ihmal etmiyor. Bu konudaki sözleri aynen şöyle: “Demokratik sistemin omurgasını oluşturan erkler arasında çekişme, çatışma veya yıkıcı rekabet yaşanması halinde ise bunun zararını toplum görmektedir.”
Açıkçası cumhurbaşkanı kuvvetler ayrılığına işaret ediyor, ama aynı zamanda ‘erkler ayrılığı’nın yürütmeyi engellemesinin de kabul edilemez olduğunu söylüyor. Dahası, kuvvetler ayrılığının geçmişte sistemi tıkadığına dikkat çekerek, bir bakıma tercihini kuvvetler birliğinden yana yapıyor.
Kısacası Türkiye dahil, bütün Müslüman ülkelerin anayasal demokrasi ve evrensel hukuk normları konusunda zihin dünyaları henüz bir netliğe kavuşmuş değil. Hemen hepsi “Bizim ülkemizde de demokrasi, hukuk olsun ama nihai olarak kararı devletin tepesindeki tek kişi versin” anlayışında.
Yaşanan örnekler de gösteriyor ki İslam ülkelerinin, otokrasi-demokrasi karışımı melez bir sistemden yakın zamanda kurtulmaları ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor.