‘Milliyetçilik hastalığı’nın ilacı AB projesiydi...

Mehmet Ocaktan

Winston Churchill, 11 Kasım 1947’deki Avam Kamarası (House of Commons) konuşmasında “Demokrasi en kötü yönetim biçimidir” der ve sonrasına ekler “bugüne kadar denenen diğer bütün yönetim şekilleri hariç tutulursa.” Yani krallıklar, sultanlıklar, padişahlıklar ve monarşi yönetimi tecrübelerinden sonra insanlığın bulduğu en ehven yönetim modeli demokrasidir.

Bu çerçevede demokrasinin kendi içinde bir takım değişim ve evrimleşme süreçleri yaşadığını da kaydetmek gerekiyor. Mesela popülist demokrasilerde “usul” önemli bir değere sahiptir. Yani ‘sayısal daha önemlidir’ anlayışı hakimdir.

***

Oysa liberal demokrasi, genelin kural koyuculuğunun nihai değer olduğunu reddeder. Zira liberal demokrasilerde iktidarı halk belirler ama iktidar bireysel özgürlüklerle ve hukukun üstünlüğü ile sınırlandırılır. Kısacası liberal demokrasilerde, kuvvetler ayrılığı esastır.

Ancak bugün gelinen noktada liberal demokrasinin kriz içinde olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Maalesef küresel kapitalizmin açgözlülüğünün yarattığı yoksulluklar ve eşitsizlikler, liberal demokrasiye olan güveni sarsmıştır. Bir de buna liberal elitlerin kibirli tavrı eklenince, popülist liderlerin önü sonuna dek açılmış oldu. İşte tam da bu yüzden liberal demokratlar, Amerikan demokrasisinin altını oymaya çalışan Trump’ın nasıl başarı sağladığını doğru okumak ve sıkı bir muhasebe yapmak durumundadırlar.

Demokratik değerlerin, tarih içinde yaşanan ne tür büyük acılardan ve büyük yıkımlardan sonra elde edildiğini iyi analiz edemezsek popülizmin yükselişini durdurmak mümkün olmayabilir. Düşünün ki bu dünya, insanlığın başına korkunç belalar açan Mussolini, Hitler ve Stalin gibi büyük felaketleri yaşadı. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki totaliter rejimlerin getirdiği yıkımlar da cabası...

Şimdi esas soru şu; İkinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki Soğuk Savaş döneminde bir bakıma ehlileşen vahşi kapitalizm istikrarlı bir ekonomik büyüme sağlamıştı, acaba şimdi küresel kapitalizm yarattığı yoksulluk ve eşitsizlik krizini aşabilecek mi? Yoksa dünya, bu popülist hergeleliğin sonunda yeniden büyük acılarla baş başa mı kalacağız?

***

Unutmamak gerekiyor ki İkinci Dünya savaşında yaşanan acılardan sonra liberal demokrasinin önü açılmıştır. En önemlisi de, ‘milliyetçilik hastalığı’nın tedavisi Avrupa Birliği projesiyle mümkün olabilmiştir. Ve Soğuk Savaştan sonra AB projesiyle önem kazanan demokratik değerler sayesinde Batı demokrasileri cazibe merkezi haline gelmiştir.

Ancak özellikle son on yılda küresel kapitalizmde ortaya çıkan çöküş emareleri, liberal demokrasiyi de derin bir krize sürüklemiş bulunuyor. Şimdi demokratik dünyada milliyetçilik ve popülizm rüzgarları esiyor. Irkçı, yabancı düşmanı, İslamofobik siyasal akımlar AB projesini içten zehirleyen bir güç haline geldiler ve daha da vahim olanı artık iktidar oluyorlar.

Sonuç olarak; Avrupa demokrasileri AB projesinin temelini oluşturan farklı kimlikleri, farklı kültürleri ve en rahatsız edici fikirleri bile bir arada tutma ilkelerini yeniden ihya etmek zorundadır. Aksi taktirde ırkçıların, popülist liderlerin hakim olduğu bir dünyada hiçbirimiz geleceğimize güvenle bakamayız.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (24)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.