15 Temmuz’da FETÖ yüzünden başımıza bir melanet geldi ve şimdi bir taraftan bu travmayı atlatmak, bir taraftan da millete ihanet eden bu çeteyi devletten temizleyerek yargı önüne çıkarmak için zor bir mücadeleyi yürütüyoruz.
Yıllarca neredeyse devletin bütün katmanlarına sızan, bununla da yetinmeyip iş alemini ve sivil toplum örgütlerini ele geçiren ve sayıları yüzbinleri bulan bir örgütten söz ediyoruz.
Bu öylesine zor bir süreç ki hem memleketi o gece uçurumun kenarına getiren din taciri kötülük örgütünü adaletle yargılayacaksınız, hem de kuru ile yaşı birbirinden ayıracaksınız.
Şunu unutmayalım, Fetullah’ın adeta efsunladığı bu insanlar 40 yıldır her mekana ve duruma göre şekil alıp kendilerini gizleyerek bugünlere geldiler. Darbe gecesi yaşanan bir örnek var ki insanın kanını donduracak nitelikte, medyaya yansıyan haberlerden hatırlayalım; 15 Temmuz gecesi darbeciler Ankara’daki Türksat Kampüsünü basarak tüm televizyon yayınlarını kesmek istemiş fakat, Tesisler İşletme Müdürü Ahmet Özsoy’un canını feda ederek ortaya koyduğu direniş ile bunu başaramamıştı. Özsoy’u şehit eden FETÖ’cü askerin bir süre sonra yanındakilerden istediği suyu çömelerek ve besmele çekerek üç yudumda içmesi etrafındakiler tarafından yadırganınca “Niye yadırgıyorsunuz ki, bu arkadaşınız şehit oldu. Biz de şehadet şerbetini içerek buraya geldik” ifadelerini kullanıyor. Bu sapkınlığın bir izahı olabilir mi? Biz yok zannediyoruz, onun adanmışlık duygusuna göre belki de bu dini bir vecibe...
Biliyorum bunların hemen hepsi bugüne kadar yazıldı, çizildi. Bilerek tekrar ediyorum, çünkü öncelikle örgüt elemanlarının nasıl bir sosyolojik vakıa olduğunu, adanmışlık duygusunun ne tür patolojik sonuçlar doğurduğunu iyi anlamamız gerekiyor.
Eğer nasıl bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu doğru analiz edemezsek, şu günlerde çokça dillendirilen ‘mağduriyet’ söyleminin nasıl bir duruma tekabül ettiğini de anlayamayız. Pek çok yazara, siyasetçiye geldiği gibi bana da her gün onlarca mağduriyet mektupları geliyor. Elbette bu melanete bulaşmamış hiçbir masum insanın mağdur olmasını istemeyiz. Ancak insan aklının ve havsalasının alamayacağı sayısız hileler üretebilen, bir bakıma kumpas dâhisi bu örgüt üyeleriyle gerçekten masum insanları nasıl ayırt edeceğiz? Mesela kendi hesabıma söylemek gerekirse, yakinen tanımadığım kimseye bu konuda kefil olamam.
Hem, kamuflaj siyasetini adeta bir görev bilinciyle yürüten bu insanların, ‘mağduriyet’ söylemini aynı duygularla dolaşıma sokarak yeni bir kumpas peşinde olmadıklarından nasıl emin olacağız ki... Ya mağduriyet edebiyatını gündemde tutarak bu mağduriyeti “AK Parti ve Tayyip Erdoğan’la savaşın” bir aracı gibi görüyorlarsa...
İşte bütün bunlar yürütülen mücadele sürecinin en dikkat edilmesi gereken konularıdır. Evet Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Binali Yıldırım’ın hassasiyetleri önemlidir, “At izi it izi”ne karışmamalıdır, yani sahte mağduriyet edebiyatı yapanların sesi, gerçek mağdurların çığlığını boğmamalıdır.
Ancak bu yapı ile hiçbir ilgisi olmadığı halde operasyona uğrayan insanların olduğu da anlaşılıyor. Bu yüzden iktidarın omuzlarında gerçek mağdurları sahtelerinden ayırmak gibi büyük bir mesuliyet bulunmaktadır. Şu ana kadar devletin ve AK Parti’nin ortaya koyduğu hassasiyet, bu sorumluluğun idrakinde olduklarını gösteriyor. Zira özellikle AK Parti çok iyi bilmektedir ki, FETÖ’cülere yönelik operasyonlarda onlarla hiçbir ilgisi bulunmayan kesimlerde mağduriyetlerin artması bizzat AK Parti’nin pırıltısına zarar verecek sonuçlar üretecektir.
Ayrıca bu kırılgan süreçte FETÖ’cü komploların ve kumpasların da olabileceğini hesaba katmakta yarar var. Özellikle devlet içinde hala uyuyan hücrelerin var olabileceği dikkate alındığında, bu adamlar bulundukları duruma göre kamuflaj sağlayarak en iyi bildikleri ‘kumpas’ı yapmaktan çekinmeyeceklerdir.