Küreselleşmeyle birlikte vahşi kapitalizmin vicdanları yaralayan adaletsizliği, yeryüzünde her geçen gün daha çok insana hissettirir hale getirmesi dünyanın değişik coğrafyalarında yeni arayışları tetiklemiş bulunuyor.
Her gün servetlerine servet katan kapitalizmin zenginleriyle gerçek gelirleri artmayan, hatta giderek yoksulluk sınırına yaklaşan geniş kitleler arasında uçurum daha da derinleşiyor. İşte böyle bir ortamda diplerden yükselen öfke dalgası bir taraftan siyasal yönetimleri daha çok sorgulanır hale getirirken, bir taraftan da liberal demokrasiye olan güveni de ne yazık ki zaafa uğratıyor.
Yeni dönemin belki de en talihsiz tarafı, dünyayı bir kırılma noktasına doğru sürüklerken, toplumlarda bir ‘kurtarıcı’ arayışını hızlandırmasıdır.
Ne bilim ve teknolojideki çarpıcı gelişmeler, ne yapay zeka alanında ‘kritik eşiğin aşıldığı’ iddiaları, ne tıptaki, genetikteki, nanoteknolojideki yeni gelişmeler ne de Kurzweil’in ölümsüzlüğün mümkün hale gelebileceği tezleri dünyanın taşrasında yaşama mücadelesi veren insanları hiç mi hiç ilgilendirmiyor.
Kabul etmek gerekiyor ki, bugün küreselleşmenin büyük kitlelere mutluluk ve refah getirmediği, aksine toplumlara kaotik bir düzensizlik getirdiği maalesef yaygın bir kanaat haline gelmiş bulunuyor.
İşte bu kanaat yüzündendir ki insanlar büyük umutlarla, kendilerine eski güzel günleri getireceğini vaat eden, terörü yeryüzünden sileceğini söyleyen güçlü ve popülist liderlere yöneliyorlar. Yani bir ‘kurtarıcı’ arıyorlar.
***
Tarihsel tecrübelerden bize yansıyan gerçekler ışığında söylemek gerekirse, aslında bu hal hiç de yabancısı olduğumuz bir durum değil. Zira bütün bunalım dönemlerinde insanlar kendi kültürel iklimlerine paralel olarak bir kurtarıcı arayışı içinde olmuşlar ve hep bir Mehdi beklemişlerdir.
Tarihsel süreç içinde belki Mehdi hiç gelmemiş ama insanların bu beklentileri üzerinden kendileri adına fayda üreten güçlü despotik liderler ve FETÖ gibi din taciri ihanet odakları toplumlara felaket getirmeye devam etmişlerdir. 15 Temmuz’da böyle bir ihanetin en acımasızını yaşadık ve bir felaketin eşiğinden döndük.
Şimdi bütün mesele şu; teknolojik ve bilimsel devrimler hepimizin önüne muazzam imkanlar ve fırsatlar sunmasına rağmen, müthiş bir adaletsizlik ve toplumlar arasında eşitsizlik kaosu yaşanıyor. Ve böyle bir kaotik ortamda hepimiz birinin gelip bizi kurtarmasını bekliyoruz. İyi güzel de, son dönemde Putin gibi, Trump gibi somut örnekleri ortaya çıkmaya başlayan popülist liderler bizi beklediğimiz cennete değil, dünyanın sonunu getirecek bir zebaniler çağına götürürlerse... Zira tarihsel tecrübeler bize gösteriyor ki, bütün tek adam rejimleri işin başında bir bahar havası estirmelerine rağmen, sonunda kendi toplumlarını felakete sürüklemişlerdir.
***
Mesela Hitler güçlüydü, Alman toplumunun umuduydu ama sonuçları bütün dünyanın malumu... Osman Ulagay son çıkan kitabı “Dünya Tnump’a mı kalacak” isimli kitabında büyük kıyımlara ve acılara yol açan dönemi şöyle tarif ediyor: “Bilimde, felsefede, edebiyatta, müzikte dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan Almanya’da toplumun Adolf Hitler gibi ırkçı bir caninin peşine takılması ve tarihin en korkunç sayfalarının bu dönemde yazılmış olması insanlığın geleceği için iyimser olmayı zorlaştırıyor.”
Evet dünyanın gidişatından memnun değiliz, küresel kapitalizmin yarattığı adaletsizlikten mustarip durumdayız, terör canımızı yakmaya devam ediyor ama bu felaketten kurtulalım derken, yolumuzun Hitler’e çıkmasından da endişe ediyoruz.