Aklın, mantığın tümden iptal olduğu ‘deliler hapishanesi’ne dönmüş bir ülkede yaşamak doğrusu insana acı veriyor. Normal demokratik ülkelerde iktidarların ya da muhalefetin yanında duran, zaman zaman eleştiren, yeri geldiğinde olumlu görüşler beyan eden gazeteciler, yazarlar, sivil toplum kuruluşları ve de bireylerin olması hayatın doğal akışının bir gereğidir.
Hukukun üstünlüğüne dayalı toplumlarda gerek muhalefet partileri, gerek gazeteciler, gerekse bireyler iktidarı eleştirdiğinde kimsenin aklına muhalif duruşları “jurnalcilik” ve “hainlikle” suçlamak gibi akıl dışı düşünceler gelmez. Çünkü zihin dünyaları diktatöryal heveslere değil, demokrasi kültürüne ayarlıdır.
Ancak bizim gibi demokrasi kültürünü içselleştirememiş ve zihinleri neredeyse yıllardır “itaat kültürü” ile beslenen toplumlarda sağcının da, solcunun da, İslamcının da, milliyetçinin de, ulusalcının da hayalinde hep bir ‘kutsal’ lider vardır, bu yüzden de zihinleri rasyonel akla ve eleştirel düşünceye kapalıdır.
Dolayısıyla bizim memlekette bütün farklı kesimlerin ya ideolojik mahalleleri, ya tapınacak kutsal liderleri ya da dünya durdukça iktidarda durması gereken partileri vardır. Kısacası Müslüman toplumlar ‘birey’ değil, ‘kul’ anlayışına dayalı toplumlardır.
Bu tür toplumlarda liderlerin kaybetme riski ortaya çıktığında kullarının zihin dünyaları yıkılır, umutsuzluğa düşerler, hayatları anlamsız hale gelir. Bu öylesine bir zihinsel esarettir ki hayatlarını liderlerinin varlığı ile kaim gören kullar, bir süre sonra ülkenin kaybetmesini bile umursamaz olurlar.
Lider tapınmasının yarattığı travmanın, ülke çıkarlarına karşı nasıl bir duyarsızlık oluşturduğunu anlamak için son günlerde siyaset ve medyada yaşanan absürt tartışmalara bakmakta yarar var. Bilindiği gibi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki yabancı büyükelçilere Kanal İstanbul’la ilgili bir mektup göndermiş ve şu ifadeleri kullanmıştı: “Kanal İstanbul ihalesini hiç kimse almayacak. İster içerden, ister dışardan bu coğrafyaya ihanet etmek üzere açılan bir ihaleyi birisi alıyorsa ve iklim krizinin bu kadar yaygın olarak konuşulduğu bir dünyada siz hala İstanbul’a ihanet etmeye devam edecekseniz ve bunun ihalesi açılacaksa o ihaleye giren ağır bedeller ödeyecektir.”
Bir muhalefet liderinin ülkesinin çıkarları doğrultusunda böyle bir mektup göndermesinden daha doğal bir tavır olabilir mi?
Biliyoruz ki Kanal İstanbul gerek ekolojik hayat, gerekse depremsellik açısından ciddi tehlikeler oluşturabilecek bir proje. Ayrıca İstanbul dahil Türkiye’nin yüzde 60’ı Kanal İstanbul’a karşı. Yani toplumun büyük bir bölümü, bu projenin ülke çıkarlarına aykırı olduğunu düşünüyor. Hayatlarını lider tapınmasına adayanlar hariç…
Mesela, uzun yıllar kendisini liberal olarak tanımlayan Mehmet Barlas elçilere yazılan “Kanal İstanbul” mektubunu ‘jurnalcilik’ olarak görüyor ve CHP’nin kapatılmasını umuyor. Yazıdaki ifadeler aynen şöyle: “Kendi ülkesini yabancı ülkelere jurnalleyen, ülkenin geleceği hakkında olumlu hiçbir görüşü olmayan bir siyasetçi ne kadar meşruiyet taşır? Yani bir bakarsınız, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönettiği Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış ve seçime girmesi yasaklanmış olabilir.”
Eğer bu yazı sadece eleştiri mahiyetinde olsaydı, elbette kimsenin bir itirazı olamazdı. Ama burada başka bir şey var… Barlas en net ifadelerle, ülkenin çıkarlarını savunan bir partinin kapatılmasını talep ediyor… Evet artık şunu biliyoruz; reformist kimliğinden feragat ederek ulusalcı ve otoriter istikamete yönelen AK Parti’yi eleştirenler, aldığı kararlara itiraz edenler ya jurnalci, ya hain, ya da büyük günahkar…
İşte tam bu noktada, tekrar tekrar dillendirmekten hiç de mutluluk duymağım tezimi yeniden hatırlatmak durumundayım. Maalesef Türkiye’nin solcularının, sağcılarının, liberallerinin, ulusalcılarının ve İslamcılarının zihin dünyaları “itaat kültürü”nden beslendiği için son tahlilde hemen hepsi otoriter hayaller peşindedirler. Oysa demokratik bir ülkede partilerin kapatılmasını isteyen bir yazarın var olabileceğini düşünmek bile akla ziyan bir durumdur, ama bizim ülkemizde onlar vatanseverdir…
Hiç ayrım yapmadan itiraf etmek gerekirse, herhalde hepimizin üzerini biraz kazısak altından derecesi farklı da olsa faşizan duygular çıkacaktır.