Çin’in Wuhan eyaletinde yaşayan bir insanın bedeninde oluşan bir bakterinin bütün dünyayı esir almasıyla başlayan sürecin sonunda, artık dünyanın eskisi gibi olmayacağı kesin.
Şimdilerde, çıplak gözle görünmeyecek kadar küçük bir virüs yüzünden bütün dünyada okullar tatil edildi. İbadet mekanları kapatıldı. Şehirlerin sosyal ve ekonomik dinamiğini oluşturan lokantalar, barlar, kafeler, kahvehaneler ve tüm eğlence mekanlarının kapılarına kilit vuruldu.
Her ne kadar küreselleşme özünde kapitalizmin kar hırsından doğmuş olsa da, ‘Soğuk Savaş’ sonrasında insanlığa sunulan pırıltılı bir kavramdı. Zira küreselleşmeyle birlikte toplumlar sadece kendi kültürleri ve kimlikleriyle değil, başka toplumların kültür-sanat, bilim ve sosyal dünyalarıyla buluşmaya başladılar.
Küreselleşmeyle oluşan yeni zihniyet dünyasının iddiası şuydu; Artık bütün toplumlar ekonomik ve sosyal olarak birbirine yakınlaşacak, fikirlerin ve malların serbest dolaşımı sağlanacak, geçmişte büyük yıkımlara yol açan savaşların müsebbibi olan ulus devletlerin ve ideolojilerin pabucu dama atılacaktı. Bir süre gerçekten de öyle oldu ve adeta bir küreselleşme baharı yaşandı. İki binli yılların başına kadar normal seyrinde devam eden küreselleşme ve liberal demokrasi insanların sorunlarını azaltmak yerine derinleştiren bir sisteme dönüşmeye başlayınca, otoriter rejimler de yeniden dünya sahnesine çıkmaya başladılar. Kuşkusuz küreselleşmenin geldiği bu noktayı, ‘vahşi kapitalizm’in bir sonucu olarak görmek gerekiyor.
Korona öncesinde demokrasinin son yıllarda yaşadığı derin krizi tartışıyorduk. Şu anda çağımızın başına gelen en büyük bela ile, küresel bir krizle boğuşuyoruz. Bugünlerde ülkelerin krizle ilgili alacağı kararlar, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda geleceğimizi de belirleyecek. Evet bugün kapımıza dayanan tehditle ilgili kararlar alacağız, ancak bu kararları alırken fırtına dindiğinde yarın bizi nasıl bir geleceğin beklediğini de düşünmek zorundayız. Muhtemelen fırtına sonrasında bambaşka bir dünya ile karşılaşacağız.
Eğer bugünden başlayarak gerek ulusal, gerekse küresel ölçekte dayanışma ve güven temelinde bir işbirliğini geliştirebilirsek, kriz sonrasında insanlığın başına bela olacak totaliter efendilerin önünü kesmiş oluruz. Bu konuda Yuval Noah Harari Financial Times’a verdi röportajda erken bir uyarıda bulunarak şöyle diyor: “İnsanların bilime güvenmesi, kamu yetkililerine güvenmesi ve medyaya güvenmesi gerekir. Son birkaç yıldır sorumsuz politikacılar bilime, kamu otoritelerine ve medyaya olan güveni kasıtlı olarak baltaladılar. Şimdi aynı sorumsuz politikacılar, halkın doğru şeyi yaptığına öylece güvenemeyeceğinizi savunarak, otoriter rejime giden yolu açmanın cazibesine kapılıyorlar.” (Gazete Duvar, Çeviren: Şebnem Kınacı)
Şimdi soru şu; corona fırtınası dindiğinde herkes kendi evine dönüp, Trump’ın 25 Eylül 2018’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada söylediği gibi “Küreselleşme doktrinini reddediyoruz” diyerek demokrasiyi değil, totaliter rejimlere mi dönecek, yoksa demokratik değerleri yeniden formatlayarak daha insani bir sistemi mi tercih edecek?
Evet bu zor bir dönem, ama asla imkansız değil. Eğer demokratik değerlerin iflasını ilan etmek için pusuda bekleyenlerin kazanmasını istemiyorsak;
Küresel ölçekteki gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ve yoksullukların giderilmesi için,
Gerek ülkeler arasında, gerekse ülkelerin kendi içlerinde zengin ve yoksullar arasındaki uçurumun yol açtığı kutuplaşmalardan kurtulmak için,
Doğanın yıkımı ve yok edilmesinde baş aktör olan sermaye gruplarının dizginlenmesi için küresel ölçekte bir dayanışma ve işbirliği ruhunu hayata geçirmek zorundayız.
Korona felaketi sonrasında oluşacak yeni dünyada otoriter liderlerin kazanmaması için, galiba şimdiden doğayı ve insanı esas alan bir zihniyet yapılanmasına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Miraz Rusipi Gazete Duvar’daki ‘Koronadan sonra dünya” adlı makalesinde bu konuda dikkat çekici bir tespitte bulunuyor: “Birileri daha fazla kazanma hırsıyla havayı kirletir, hava kirliliği bir yarasanın bedenindeki virüsü mutasyona uğratır. O virüs de yaşamı felç eder. Hükümetler, militer yönetimler, otoriter devletler birbiri ardına gelen felaketlerin doğasını anlamadan, dünya ile incelikli bir ilişki kurmayı öğrenmeden buldukları her çözüm geçici olacağı gibi milliyetçilik, genişleme arzusu, doğa sömürüsü, savaşlar felaketler döngüsünü hızlandırıp korkunç zamanlara davetiye çıkarmaktan başkaca işe yaramayacak.”
Şu günlerde dünyaya kabus dolu günler yaşatan corona felaketinin hepimize öğrettiği en gerçekçi ders şu; bütün bir insanlık olarak paylaşmayı ve dayanışmayı öğrenemezsek hiçbirimizin ayakta kalma şansı olmayacak...