Günümüz Müslüman toplumlarının demokrasiye mesafeli duruşlarının, modern dönem İslamcı düşünürlerin ‘modern devlet’ kavramını yeterince yorumlayamadıklarından kaynaklandığı kanaatindeyim.
Eğer demokratik sistemi ve onu destekleyen ‘liberal ahlakı’ görmezden gelirseniz, doğal olarak tasarladığınız devleti de bir ‘kontrol ve kısıtlama’ mekanizması olarak görmeye başlarsınız. Bu anlayışın, Müslüman toplumları totaliter yönetimlere mahkum ettiğinin altını çizen İslam siyaset bilicisi Abdulvahhab el-Eferdi’nin şu tespiti dikkat çekicidir: “Bu yanlış yorumlama, modern İslamcıları, taraftarlarını zorla cennete sokmaya çalışan proto-faşistler haline getirme eğiliminde olmuştur ve tabii ki bu orijinal İslami siyasi toplum fikri değildir.” (Nasıl Bir Devlet, s.147)
Maalesef Müslüman toplumlardaki bu zihinsel sapma, çok fazla özgürlüğün Müslümanları doğru yoldan saptıracağı gibi tehlikeli bir anlayışın doğmasına yol açmıştır. Öyle ki kimi ulema, işi İslami eğilimli despotları desteklemeye kadar götürmüştür. Bugün bile İslam ülkelerindeki kimi İslami çevreler, halk iradesine dayalı demokrasiyi İslami ilkelerden sapma olarak görmektedirler. Ne yazık ki Müslüman toplumlarda halkı doğru yolda tutmak üzere seçilen bu otoriterlik anlayışı özgürlüğün değil, bozgunculuğun kaynağı olmuştur.
el-Efendi’nin de belirttiği gibi günümüz İslam siyaset düşüncesinin en büyük yanılgısı, İslami ilkelere dayalı bir devletin, halkı İslam’a göre yaşatmaya zorlama hakkına sahip bir devlet olduğu yolundaki yanlış kanaattir. Oysa İslami öğretinin temel prensipleri dikkate alındığında; Müslümanların talep ettiği yönetim şekli, çoğulculuğa dayalı bir özgürleştirme modeli olmak durumundadır.
İşte tam da bu yüzden yaşadığımız dünyanın gerçekliği dikkate alındığında, Müslüman olsun ya da olmasın bütün topluluklar için demokratik model bir ihtiyaçtır. Müslüman toplumların yüzyıllar içinde yaşadığı tecrübeler göstermiştir ki demokrasi dışı arayışların hemen tümü despotizmle sonuçlanmıştır.
Bugün pek çok İslam ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de benzer yaklaşımların olduğunu ve bazı İslamcı kesimlerin, insanları hizaya sokacak buyurgan bir ‘İslam devleti’ hayali kurduklarını söylemek mümkün.
İşte bu anlayış yüzündendir ki bugün İslam adına konuştuklarını iddia eden ve “hoca” olarak anılan bazı şöhret simsarları, “Namaz kılmayanların önce uyarılacağını, sonra sopalanacağını, hatta kılmamakta ısrar ederse dinen öldürülmesi gerektiği” şeklinde vaazlar vererek cennet ve cehenneme bilet kesme cüretinde bulunabilmektedirler.
Dahası, kadınların dövülebileceğinden yaşadığımızın ekonomik krizin ya da bazı musibetlerin namaz kılmayanların artmasından kaynaklandığını anlatan ve bütün sorumluluğu Allah’a yükleyen öylesine hurafeci bir zihniyet var ki kelimenin tam anlamıyla insanları dinden uzaklaştırmaktadır.
Maalesef bu hurafeci, menkıbeci hocaların, toplumdaki din algısını tahrip eden, dinin temel değerlerini görsel ritüellere indirgeyen söylemleri, fetvaları bizzat dine zarar vermektedir.
Tam da bu zihniyet yapısına dikkat çeken Ali Bardakoğlu Hoca’nın şu tespitinin altını çizmekte yarar var: “Artık insanımızın, başına gelenlerden Allah’ı sorumlu tutmaktan ve kendi yapması gerekenleri O’na havale etmekten vazgeçmesi, kör kaderciliğin ve yanlış tevekkül anlayışının tuzağına düşmemesi gerekiyor.” (İslam’ı Doğru Anlıyor muyuz?, s.96)
Ancak tehlike sadece ‘görsel dindarlık’ anlayışından ibaret değil, Türkiye dahil pek çok İslam ülkesinde siyasal iktidarların beceriksizliğinin faturası da İslam’a çıkarılmıştır. Çünkü din siyasetin aracı haline dönüştürüldüğü için siyasal liderler, kendilerini “ümmetin lideri” ya da Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi gibi takdim ederek hataları konusunda sorgulanamaz kılmışlardır. Bu, tarihte ve günümüzde Müslümanlara sirayet etmiş öyle bir hastalıktır ki ‘lider’i eleştirmek, adeta İslam’ı İslam’ı eleştirmekle eşdeğer görülmüştür. Sanki cennetin anahtarı ‘ümmetin lideri’nin elindeymiş gibi…
Hal böyle olunca neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar verme yetkisi ‘lider’in iki dudağı arasına hapsedilmiştir. Dolayısıyla kime ne kadar özgürlük verileceğine de, kimin hapse atılacağına da lider karar verir…
Prof. Dr. Ahmet Akbulut “Kur’an’a Yabancılaşma Süreci” kitabında, zulümleri ‘kader’e bağlayan Emevi dönemiyle ilgili şöyle bir örnek anlatıyor: “Ma’bed ibn Halid el-Cuheni adlı alim, zulmün faturasını kadere yükleyen resmi anlayışa karşı çıktığı için hicri 80 yılında idam edilmiştir. Doğrusu her zaman siyasal zihin, sorumluluğu üzerinden atmayı, kendini aklamayı öncelemiş ve önemsemiştir.” (s.161)