10 büyükelçinin AİHM kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın serbest bırakılması çağrısı üzerinden ‘büyükelçiler krizi’ yaşadık. Neyse ki çılgın açıklamalar sonrasında iktidarın geri adım atmasıyla problem çözüldü ve büyük bir badireden kurtulduk.
Her ne kadar iktidar cenahında “Biz çadır devleti değiliz, yedi düvele karşı mücadele ettik ve Batı’yı dize getirdik” benzeri zafer şarkıları söylenmeye devam edilse de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Azerbaycan dönüşü gazetecilerin sorularına verdiği cevapta herkesi rahatlatan bir değerlendirme yaptı ve son noktayı koydu. Batı’da “Kavala bırakılmazsa Türkiye Avrupa Konseyi’nden çıkarılır” şeklinde yükselen sesleri değerlendiren Erdoğan’ın sözleri aynen şöyle: “Konsey bildiğini mi okur; okusun. Onlar ne okuyor; dinleriz, görürüz. AİHM’inkini de Konsey’inkini de dinleriz; dinledikten sonra da biz üzerimize düşeni yaparız.” Cumhurbaşkanı ‘biz üzerimize düşeni yaparız’ ifadesiyle, bir bakıma ortalarda dolaşan hamasi söylemlerin dikkate alınmaması gerektiğini söylemiş oldu.
Bütün bu tartışmaları, yüksek perdeden meydan okumaları bir tarafa bıraktığımızda meselenin aslında Türkiye’nin adının hukuksuzlukla, haksızlıklarla anılması ve demokratik değerlerin küçümsenmesiyle ilgili olduğunu görmek gerekiyor. Dolayısıyla esas mesele Osman Kavala değil, bütün dünyanın gözü önünde yaşanan hukuk skandalıdır.
Hal böyleyken birilerinin hala hamasi sloganların arkasına saklanarak, yaşanan hukuksuzluklardan “zafer” duygusu üretmeye çalışması maalesef hüzün vericidir. Mesela bir okuyucumun gönderdiği mail bu hali çok net olarak ortaya koyuyor. Diyor ki okuyucu: “İktidarımız büyükelçilere hadlerini bildirdi ve dış güçlere karşı zafer kazandı. Kim bu Osman Kavala, sizin neyiniz oluyor ki bu kadar savunuyorsunuz? Kavala serbest bırakılırsa ekmeğimiz mi büyüyecek, hep şikayet ettiğiniz yoksulluk mu azalacak, siz dış güçlerin Türkiye temsilcisi misiniz yoksa?”
Maalesef dış politikada atılan her adımı içeriye mesaj vermeye endeksleyen siyasi iktidar, acımasız hamaset edebiyatıyla insanları hayal dünyasında yaşamaya mahkum etmiş bulunuyor. Bu halin en güzel örneğini dün Ankara’da millet bahçesi açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi. Diyor ki cumhurbaşkanı: “Şu an Avrupa’ya bakalım, İngiltere’de Avrupa’da, ABD’de raflar boş. Elhamdülillah bizde, bolluk, bereket yoluna devam ediyor. Nankörlere ne anlatırsan anlat, gözleri var görmez, kulakları var duymaz, dilleri var hakikati söylemez.”
İşte yaşadığımız halin en net göstergesi… Evet yedi düveli yendik, ekonomimiz uçuyor, memleket bolluk-bereket içinde, Avrupa da ise raflar boş ve açlık çekiyorlar, ama nankörler bunu görmüyor..
Peki Türkiye gerçekten ekonomik refaha ulaşmış, hatta Avrupa’yı bile fersah fersah geçmiş bir ülke mi? Eminim akıl ve mantıkla bakan herkes bu soruya olumsuz cevap verecektir, çünkü ülkede yaşanan manzara sanıldığı gibi bir mutluluk tablosuna işaret etmiyor. Ekonomik kriz her geçen gün derinleşiyor, 10 milyona yakın işsizimiz var, esnaf çökmüş, insanlar evlerine ekmek götürmekte zorlanıyor. Aslında iktidar da bu sefalet tablosunu görüyor olmalı ki kağıt üzerinde çizdiği ‘pembe tablo’ya inanmayanları nankörlükle suçlama ihtiyacı duyuyor.
Oysa yine AK Parti iktidarı döneminde 2013’e kadar, yani ekonominin düzgün işlediği, hukuk güvenliğinin ve özgürlüklerin var olduğu yıllarda insanlar iktidardan şikayetçi değildi, iktidar da bugün olduğu gibi halkı suçlamıyordu. Demek ki memlekette işler, söylediği kadar iyi gitmiyormuş.
Galiba Türkiye ve dünya gerçekliğinden kopan iktidara da, ekmeğinin büyümesinden çok icat edilmiş zaferlere, hamaset söylemlerine itibar eden ve Kavala’nın dört yıldır hiçbir hukuki dayanak olmadan cezaevinde tutulmasını umursamayanlara hatırlatmak gerekiyor; mesele Osman Kavala meselesi değil ki…
Eğer bir ülkede hukuk güvenliği yoksa, özgürlükler askıya alınmışsa, hakka-hukuka riayet edilmiyorsa, liyakatsizler baş tacı edilmeye başlanmışsa, o ülkede insanların refahı artmaz, ekmeği büyümez ve umutlarını kaybeden gençler geleceğini başka ülkelerde aramaya başlar.