Totaliter ve otoriter liderlerin iktidarlarını tahkim için kullandığı kutuplaştırmacı nefret dili, yaşadığımız dünyayı adeta bir cehenneme dönüştürmüş bulunuyor.
Henüz demokrasi ile tanışmamış ya da demokrasi karşıtı yönetimler, zaten yıllardır kendi toplumlarının nefes almasını bile kontrol ediyorlar, bunları biliyoruz. Esas tehlike, demokrasi kültürünün geliştiği toplumlardaki siyasi liderlerin ve yönetimlerin demokrasi ruhunu zehirleyen ırkçı söylemleri ve ötekileştirici dilidir.
Maalesef son yıllarda demokratik dünyadaki ırkçı liderlerin giderek güçlenmesi, hatta iktidar olması hem demokrasiye olan güveni zaafa uğratmış hem de eli sopalı totaliter liderlerin şeytani uygulamalarına meşruiyet kazandırmıştır. Mesela Netanyahu… Aslında İsrail, demokratik kuralların işlediği bir ülke. Ancak Netanyahu totaliter hedefleri uğruna hukuku baypas ederek, demokratik sistem içinde bile ‘ölüm makineleri’ icat edebiliyor.
İsrail halkının, Netanyahu’nun yıllardır ülkeyi kutuplaştıran politikalarının bedelini ödediğini belirten Ünlü İsrailli yazar ve tarihçi Yuval Noah Harari’nin şu ifadeleri, demokrasinin geleceği açısından dikkat çekici bir uyarı niteliği taşıyor: “Netanyahu, bir yandan Filistin’le yapılabilecek herhangi bir barış girişimini göz ardı ederken, diğer tarafta, ulusu kutuplaştırarak bir siyasi kariyer inşa etti. Sistematik olarak da devlet kurumlarına saldırdı. Biz şu anda bunun bedelini ödüyoruz. Bu dünyadaki tüm demokrasiler için bir derstir. Buradaki ders, güçlü popülist liderlerin ulusları kendi siyasi kariyerleri için bölmesine izin verilmemesi gerektiğidir.”
Ancak hemen belirtelim, demokrasiyi yozlaştıran ya da değersizleştiren unsurlar, sadece Netanyahu’nun öldürme heveslerinden ibaret değil. Zira Batı dünyasında yükselen demokrasi karşıtı dalga, yeni otokratların çıkması için münbit bir iklim oluşturuyor. Daha da vahim olanı neredeyse bütün Avrupa’nın, “Hastaneyi boşaltın, yoksa vururum” diyebilecek kadar gözü dönmüş Netanyahu gibi bir delinin katliamlarına arka çıkmasıdır. Şimdi Amerika dahil pek çok Avrupa ülkesinde, İsrail’in Gazze’ye yönelik ‘ölüm ablukası’nı protesto eylemleri yasaklanıyor, sivil muhalefet ceza ile tehdit ediliyor.
Düne kadar bütün bu ırkçı ve ayrımcı politikalar, daha çok antidemokratik ülkelere ve ırkçı siyasetçilere has özelliklerdi.
Mesela Macaristan’da Orban seçimler öncesinde, Avrupa’nın Suriyeli mültecilere sahip çıkması gerektiğini savunan Soros’u Müslümanları Avrupa’ya getirmekle suçlamış, seçim kampanyalarında ‘Müslümanlar geliyor’ söylemiyle Macar halkına korku salarak seçim kazanmıştı. Trump ise seçim kampanyalarında “Müslümanların Amerika’ya girişi yasaklansın” sözleriyle nefretin zirvesini bulmuştu…
Aynı şekilde Viyana Belediye Başkan Yardımcısı John Gadnas: “İslamlaşma, Avrupa’da yeni bir faşizmdir” söylemiyle koroda yerini alırken, Polonya eski Başbakanı Jarosław Kaczyński, Müslüman sığınmacılar için: “Bu kişilerin vücutlarındaki parazitler, belki kendileri için tehlikeli olmayabilir ama bizim sağlığımızı tehdit etmektedir” diyerek etnik nefrette adeta sınır tanımayan bir gösteri peşindeydi.
Ama şimdi Amerika, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin yöneticileri de bu ırkçı siyasetçilerle aynı çizgide buluştular ve Netanyahu’nun katliam korosuna katıldılar.
Her ne kadar bu nefret politikaları, Avrupa toplumunun büyük bir bölümü tarafından kabul görmese de bazı Avrupalı siyasetçilerin dillendirdiği ırkçı söylemler, kültürel demokrasiyi esas alan Avrupa değerleri açısından endişe vericidir.
Görüldüğü gibi siyasetin nefret dili bazen öylesine çılgın bir hal alıyor ki birazcık olsun insan olmanın erdemine inanan herkesi utandıracak kadar vahim...
Daha iki gün önce ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, İsrail-Hamas çatışmasına ilişkin yaptığı açıklamada, “Bir din savaşının içindeyiz ve Gazze’yi dümdüz edin” diyerek açık bir katliam çağrısında bulundu. Bir insanın kanını donduracak kadar utanç verici olan bu ifadelerin, muhtemelen bir adım ötesi, “Bütün Müslümanları yeryüzünden silelim” olacaktır.
Kabul etmek gerekiyor ki Batı dünyasında ortaya çıkan bu tatsız manzara, demokrasileri tehdit edecek bir fırtınanın belirtileri olarak gözüküyor. Bugün yaşanmakta olanın temsili demokrasinin sahne demokrasisine doğru bir dönüşüme işaret ettiğini belirten İtalyan siyaset bilimci Emilio Gentile’nin şu ifadeleri bugün yaşadıklarımızı adeta teyit eder nitelikte: “Demokrasi insanın kaderine bir genetik kod gibi kazınmış değil. Karanlık bir ırkçı söylemin iğrenç metaforuyla alışılagelmiş şekilde ifade edersek, bugün hiçbir topluluğun DNA’sında demokrasi yok. Benim değerlendirmem çok basit: Eğer demokrasi egemen halkın iktidarıysa ve egemen halk artık muktedir değilse, o zaman demokrasi artık varlığını yitirmiş veya bugüne kadar olduğundan başka bir şeye dönüşmüş demektir.” (Demokraside Halk Her Zaman Egemendir-Yalan!-, s.13, İletişim Yay.