Bir ülkeyi değerli kılan kurumsal yapılarının sağlam ve güvenilir olmasıdır.
Siyasal iktidarlar zaman zaman hatalar yapabilirler, hatta verdikleri bazı kararlar isabetli de olmayabilir ama bu o iktidarın tümden başarısız olduğu anlamına gelmez. Ancak şu anda içinden geçmekte olduğumuz süreci dikkatle analiz ettiğimizde, hataların ötesinde artık daha derin bir inkıraz halinin yaşandığını görüyoruz.
Türkiye ekonomik anlamda tarihinin en derin krizlerinden birini yaşıyor, elbette bunda pandemi sürecinin etkisinin de bulunduğu muhakkak. Ama fiili anlamda salgın öncesinde de zaten ekonomik göstergelerimiz hızla kötüleşen bir görüntü arz ediyordu. Salgınla birlikte işsizlik katlanarak büyümüş, her ne kadar enflasyon kağıt üzerinde düşük gösterilse de insanların fiili olarak yaşadığı enflasyon can yakıcı boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Hal böyleyken siyasal iktidar ve iktidara iliştirilmiş medya her gün pembe tablolar çizerek işsizliğin azaldığını, enflasyonun düştüğünü, Türkiye ekonomisinin Avrupa’yı bile kıskandıracak bir hızla büyüdüğünü adeta bir haber bombardımanı ile topluma anlatmaya devam etti.
Pandemi sürecinin başından bu yana anlatılanları hatırlayalım; “Virüse karşı bütün tedbirlerimizi aldık, her şey kontrolümüz altında, tedbir paketleriyle halkımızın sorunlarını çözüyoruz, dünyada 70’e yakın ülkeye maske gönderdik. Avrupa’nın hali ortada, aciz kaldılar, Türkiye’nin yıldızı parlıyor.”
İlk üç ay boyunca böylesine güçlü bir PR söylemiyle karşı karşıyaydık. Evet salgının başladığı ilk dönemde özellikle Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu’nun olağanüstü gayretleriyle önemli bir mesafe alınmıştı. İnsanlar özellikle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamalarını güvenle takip ediyordu. Ancak belli bir süre sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tabiatına da uygun olarak süreç başka bir istikamete evrildi ve her şey tek merkezin kontrolüne geçti.
Ve doğal olarak toplumda Bilim Kurulu ve Sağlık Bakanı’nın sanki devre dışı bırakıldığı gibi bir algı oluşmaya başladı. Bu yüzden de ne yazık ki artık insanlar verilerin şeffaf bir şekilde paylaşıldığına inanamıyorlar.
Yazla birlikte öyle bir rüzgar estirildi ki sanki salgın bitmiş gibi kısıtlamalar kaldırıldı, insanlar adeta tatile teşvik edildi ve bir normalleşme havası oluşturuldu. Oysa tehlikenin tam ortasındaydık ve virüs yayılmaya devam ediyordu.
Şimdi geldiğimiz nokta malum, kısıtlamaların sürdüğü günlerden daha beter durumdayız ve resmi rakamlarda bile ölüm oranları katlanarak artıyor. Gerçek rakamlar nedir onu bilemiyoruz... Ama bütün bunlara rağmen, pandemi ile ilgili başarı hikayelerine ara verilmeden devam edildi.
Aslında bugünlerin geleceği belliydi, ama maalesef iktidar kendi koyduğu kurallara bizzat kendisi riayet etmediği için söylenecek bir söz yok. Mesela her gün televizyonlarda, radyolarda “Bu hastalığın ilacı henüz yok, ama maske ve mesafe kuralına uyarak korunmak mümkün” şeklinde gümbür gümbür kamu spotları yayınladı, ama bu kurallara iktidar kendisi uymadı. Yüzbinlerce insanı Ayasofya’ya, Malazgirt’e toplarken, sel bölgesinde düzenlenen mitingde insanlar çay kapma yarışına sokulurken ne yazık ki kurallar hiç yokmuş gibi davranıldı... Sonra da ateş bacayı sarınca televizyonlara çıkıp koro halinde “Allah rızası için kurallara uyalım” diyerek topluma yalvarmak nasıl bir zihniyet halidir doğrusu anlamak mümkün değil.
Bütün bunların ötesinde esas dramatik olan, Türkiye’nin son dönemde dış politikadan ekonomiye, eğitimden sağlığa kadar her alanda güvenilirliğinin kaybolmuş olmasıdır. Çünkü Türkiye’nin kurumsal hafızası tahrip edildi. Düşünün ki güvenliğimiz için gittiğimiz Suriye’den eli boş döndük, uluslararası ilişkilerde hiç dostumuz kalmadığı gibi ‘dost’ olarak tanımladıklarımız konusunda da hayal kırıklıkları yaşıyoruz. Ekonomide tek başarımız kağıt üzerinde pembe hayaller çizmek... Eğitimde halimiz ortada, kimse yarın ne olacağını bilmiyor. İyi gittiğine inandığımız pandemide gerekli şeffaflığı sağlayamadığımız için toplum her gün açıklanan rakamlara bile güvenmekte güçlük çekiyor.
Peki neden?
Nedeni son derece açık; koskoca devleti ‘tekçi’ bir yönetime indirgeyen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yılların birikimine sahip diplomatlarına güvenmiyor, sağlıkta bilim insanlarının tavsiyelerini önemsemiyor, eğitimi kaliteye ve liyakate değil, ‘bizden’ olanlara emanet ediyor.