Daha önceki yazılarımda farklı zamanlarda peygamber döneminden aktardığım bir olayı, tekrar olsa da yeniden aktarmak durumundayım. Hz. Peygamber döneminde Vasiba adlı bir sahabe, Peygambere “İyilik nedir, kötülük nedir” diye bir soru sorar, cevap aynen şöyle: “Ey Vabisa! Kalbine danış, nefsine danış, iyilik gönlünü huzura kavuşturan ve içine sinen şeydir; kötülük ise sana fetva verseler bile, gönlünü (kalbini, vicdanını) huzursuz eden ve içinde kuşku bırakan şeydir.”
Neden böyle bir giriş yaptığımı merak edenler için hemen izah edeyim; malum siyasi iktidar özellikle son beş yılda neredeyse bütün siyasi söylemlerini dini değerler üzerine bina ederek, dini de töhmet altında bırakan bir iktidar mücadelesi yürütüyor.
Kuşkusuz insanların hayatlarını sahici bir dindarlık anlayışıyla tanzim etmeleri son derece değerlidir, dolayısıyla herkesin bu tür bireysel tercihlere saygı duyması gerekir. Ancak dini siyasetin bir aracı haline dönüştürerek bizzat iktidar olma eylemini dinle kutsallaştırmaya ve siyasi hareketinizi de sanki dinin bir vecibesi gibi göstermeye kalkarsanız hem dine büyük bir yük yüklemiş olursunuz hem de insanların dinle olan bağlarını zaafa uğratırsınız.
Maalesef bugünkü AK Parti, tıpkı tek parti döneminde olduğu gibi jakoben bir zihniyete evrildiği için toplumu kendi ideolojik tasarımına göre şekillendirmeye çalışıyor. Bu yüzden de zaman zaman lideri peygamber mesabesine çıkararak kutsallaştırıyor, partiyi de insanlığın kurtuluşunu sağlayacak tek merkez olarak görüyor. T24’te Mehmet Yılmaz Pazartesi günü köşesinde hatırlatmıştı. AK Parti Genel Başkan Vekili Mahir Ünal, partisinin Kilis’te düzenlediği toplantıda aynen şunları söylüyor: “Biz kimiz? Biz AK Parti’yiz. Bu topraklardaki iyiliğin, merhametin bugünkü temsilcileriyiz. Biz insanlığın üzerinde yükseldiği değerlerin bugünkü sahipleri ve savunucularıyız.”
İşte söylemek istediğimiz tam da böyle bir şey… Elbette bir siyasi iktidarın iddiaları olabilir, yönetim anlayışlarının milletin taktirini kazandığını, dolayısıyla diğer siyasi partilerden daha çok ülkeyi yönetmeye layık olduklarını söyleyebilir. Ama eğer kendinizi ‘iyiliğin’ ve ‘merhametin temsilcisi’ gibi bir takım kutsal argümanlarla takdim ederseniz, o zaman insanlar sizi seçilmiş bir iktidar gözüyle değil, sanki dinin temsilcisi gibi görürler ki esas tehlike de budur.
Çünkü hiçbir siyasi iktidar Allah’ın Türkiye temsilcisi filan değildir.
Kabul edelim ki Müslüman toplumların tarihi maalesef bu konuda pek parlak değil. Özellikle Hz. Peygamber referanslı ‘hadis borsası’nın kurulduğu Emeviler dönemi, Müslümanların tarihi açısından hepimizi utandıran örneklerle doludur.
Mesela, “Emevi yöneticilerine karşı gelmek, kadere, dolayısıyla Allah’a karşı gelmek olduğundan, karşı gelenin öldürülmesi helal sayılmıştır. Muaviye’nin oğlu Yezid halka şöyle seslenmiştir: Ey insanlar! Sizin uğraşmanıza gerek yoktur. Allah bir işi beğenmediği zaman onu değiştirir… Allah bizi değiştirmediğine göre Allah’ın istediğine karşı çıkmaya sizin hakkınız olmaz. Size düşen itaat etmek, Allah’ın iradesine rıza göstermektir.” (Prof. Dr. Ahmet Akbulut, Kur’an’a Yabancılaşma Süreci, s.24)
Tarihimize geri dönüp baktığımızda, benzer pek çok örneği görmek mümkün. Yüzyıllara dayanan tecrübeler göstermiştir ki iktidar olmayı ve yönetim faaliyetlerinizi bir takım kutsal değerleri ve Allah’ı devreye sokarak tezkiye etmeye kalkarsanız insanlara da, dine de zarar verirsiniz.
Hemen hatırlatalım, ‘iyiliğin ve merhametin temsilcisi’ olduğunu iddia eden bir iktidar, dini siyasi promosyon malzemesi olarak kullanmaz, küçücük de olsa bir dindarlık hassasiyeti taşıyorsa eğer, hakka-hukuka riayet eder, yolsuzluğu ve hukuksuzluğu reddeder, dahası insanlara merhametle muamele eder.
Çünkü Müslüman duyarlılığına sahip olan bir iktidar, lokantasının tabelasında geleneksel Afrika renkleri kullandı diye Somalili Muhammed İsa Abdullah’ı sınır dışı ederek hayatını tehlikeye atmaz.
Tıpkı Hz. Peygamber’in ifadesinde olduğu gibi iyi ve kötüyü vicdanının sesini dinleyerek belirlemesi gereken dindarlık bilincine sahip bir insan, kadınları aşağılayan edep dışı ifadeler asla kullanmaz.
Kur’an’ın doğrudan özgür bireyi muhatap aldığını bildiği halde, sırf iktidar muhalifi diye hukuku siyasallaştırıp insanların özgürlük alanını kapatarak onları yıllarca cezaevinde tutmaz.