İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul zirvesinde savaş acılarının ve derin siyasal krizlerin yaşandığı İslam coğrafyalarıyla ilgili tavsiye kararları alındı ve temennilerde bulunuldu. Kabul edelim ki bu toplantıdan sonra da İslam ülkelerinin politika yapma konusundaki pozisyonlarında bir değişiklik olmayacak ve bu coğrafyalardaki krizler, acılar daha uzun yıllar yaşanmaya devam edecek.
***
Yaşadığımız yüzyıldan geriye doğru İslam toplumlarının maruz kaldığı acılara, krizlere baktığımızda herhalde bütün bu yaşananların sadece bir ‘kader’ olduğunu söyleyerek sorunu izah edemeyiz.
Dahası, yıllardır hep söyleyegeldiğimiz “Batı İslam toplumlarını yüzyıllarca sömürmüş, sefalete mahkum etmiş ve geri bırakmıştır” gibi kolaycı bir yaklaşımla da içinde bulunduğumuz acıklı tablodan kurtulamayız.
Evet, Batılıların ta Haçlı seferlerinden başlayarak İslam toplumları dahil, kendi dışındaki bütün toplumlara karşı saldırılar düzenlediği, kaynaklarını sömürdüğü ve onlara büyük acılar yaşattığı bir vakıa. Ama bu İslam coğrafyalarının geri kalmışlığını, derin toplumsal yarılmaları, kanlı iktidar kavgalarını ve sefaleti bütünüyle açıklamak için yeterli değil.
Demek ki İslam’ın dört halifesi dışındaki binlerce yıllık tarihi tecrübeye bakarak neleri eksik, neleri fazla yaptığımızı ya da ne tür yanlışlarla bugünlere geldiğimizi daha dikkatlice analiz etmek durumundayız. Aslında bütün insanlık tarihi boyunca Doğu’da da, Batı’da kanlı tecrübeler yaşanmış ve insanlık son birkaç yüzyılda demokrasi, çok seslilik, fikir özgürlüğü, hukuk devleti gibi değerleri keşfederek modern devlete ulaşmıştır.
Ancak modern devleti inşa etme anlamında Batı toplumlarında yaşanan değişim ve dönüşüm, maalesef İslam toplumlarında aynı hızda gerçekleşememiştir. Yani ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi şartların gerektirdiği kurumsal değişim zamanında yapılamadığı için Doğu-Batı arasındaki siyasal ve ekonomik denge İslam toplumlarının aleyhine bir ivme kazanmıştır.
***
Oysa İslam medeniyetinin bütün pırıltılı dönemlerinde ilmi ve teknik gelişmelerin Batı’nın çok çok ötesinde olduğunu tarih bize bir gerçeklik olarak sunmaktadır. İşte tam da bu yüzden Osmanlı dönemi, diğer İslam toplumlarıyla karşılaştırıldığında modern devlet yapılanması açısından çok önemli bir tecrübedir. Taha Akyol ‘Türkiye’nin hukuk serüveni’ de Osmanlı’da 19. Yüzyılda başlayan modernleşme sürecinden önce de şeriatın düzenlediği sınırlı alan dışında, imparatorluğun hukuk ihtiyacını karşılayan geniş bir ‘kanunnameler hukuku’ oluşturduğuna işaret eder.
Ne yazık ki son birkaç yüzyılda ‘anayasallık’ ve hukuk devleti bağlamında Osmanlı tecrübesi dışında elle tutulur bir örnek bulunmamaktadır. Yaşadığımız yüzyıl itibariyla baktığımızda da uzun tecrübeler sonucunda belli bir olgunluğa ulaşan Türkiye demokrasisi dışında, günümüzdeki İslam ülkelerinin büyük bölümünde milli irade, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı gibi temel ilkelere dayalı bir modern devlet yapılanması gerçekleştirilememiştir.
Bu yüzden de İslam ülkelerinin çoğunluğunda hala neredeyse yüzyıllar öncesinin müstebit rejimleri, krallıklar, totaliter iktidarlar devam etmektedir. Biliyoruz ki eleştirilemeyen, denetlenemeyen iktidarların müstebitleşmesi kaçınılmazdır.
Eğer günümüzün İslam ülkeleri hukuki ve demokratik kurumlara dayalı modern bir devlet yapılanmasını inşa edemezlerse, bütün iyi niyet temelli zirveler bile bu ülkelerdeki vahim sonuçlara çare olamayacaktır. Muhtemelen bundan sonra da sayısız İslam İşbirliği zirveleri yapılacak ama İslam dünyasında şeffaf, hesap verilebilirliğe dayalı yönetimler oluşturulamadığı sürece her zaman olduğu gibi yine havanda su dövmeye devam edilecektir.