İran’da molla rejimine karşı başlayan kitlesel gösterilerde “İslam cumhuriyeti istemiyoruz” sloganları, İslam toplumlarının kadim hayali olan ‘İslam devleti’ idealini bir kez daha tartışma gündemine taşımış oldu. Bazı kesimler, İslam cumhuriyetine karşı çıkmanın İslam’a karşı çıkmakla eş anlamlı olduğu görüşünü dillendirirken, bir başka kesim ise İran ve diğer İslam ülkelerinde yürürlükte olan rejimlerin İslam ideolojisi giydirilmiş totaliter ve faşist yapılar olduğunu savunuyorlar.
Bilindiği gibi 20. Yüzyıl’da özellikle Mevdudi ve Seyyid Kutup’un öncülüğünü yaptığı düşünürler, din üzerinden gerekirse insanların özel hayatlarına müdahale hakkı tanıyan bir ‘İslam devleti’ idealini savundular. Bu modelde İslam devleti halkın kontrolüne verilemeyecek kadar yüce bir nitelik taşımaktaydı. Kabul etmek gerekiyor ki, insanların özel hayatlarına müdahale hakkı veren bir devlet, kelimenin tam anlamıyla totaliter bir devlettir.
Abdulvahhap el Efendi halkın egemenliğine ve kontrolüne verilemeyecek kadar bu yüce devlet modelini şiddetle eleştirmektedir. El Efendi’ye göre “İslam devleti” ideali, aslında Batı tipi otoriter yönetime taraftar, hatta totaliter ve biraz da faşist ulus-devlet tipine İslam ideolojisinin giydirilmiş halidir.
Daha da önemlisi bugünün koşullarını dikkate almadan geçmişi bugüne taşıma isteğinden doğan bir ‘İslam devleti’ ideali anakroniktir.
***
Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki, ideolojik İslam anlayışı hemen her dönemde zorbalık ve despotizm örtüsüne bürünmüştür. Bu ideolojik modeli bir ulus devlet çerçevesine yerleştirip, merkezine de ilahi vasıflara sahip şeriatı eklediğinizde ortaya totaliter bir ‘İslam devleti’ modeli çıkacaktır. Açıkça ifade etmek gerekirse, halkı İslam’a göre yaşamaya zorlama hakkına sahip bir ‘İslam devleti’ modeli olamaz.
Maalesef tarihimizde İslam uleması, çok fazla özgürlüğün Müslümanların doğru yoldan sapmalarına neden olacağı gerekçesiyle İslami eğilimli despotlara destek vermişlerdir. İşte özgürlük kavramına şüpheyle bakan bu anlayış, İslam toplumlarında katı otoriterliğin beslenme kaynağı olmuştur. Oysa baskıyla İslam’ı yaşatmaya zorlamak, dinin ruhuyla asla bağdaşmadığı gibi, iki yüzlü bir toplumsal yapının oluşmasına yol açmaktadır. Bugün İran’da görüntüde şeriatın kuralları yürürlüktedir ama gizli ahlaksızlık ve yolsuzluk had safhadadır. Çünkü İslam zorla empoze edilemez, baskıdan ancak ikiyüzlülük doğar.
Açıkça ifade etmek gerekirse, halifenin, sultanın ya da padişahın Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olarak kabul edilen bir devletin adı ‘İslam devleti’ de olsa, tek adamlı totaliter devlet modelidir. Böyle bir sistemde adaletin kaim olması mümkün değildir. Oysa Kur’an’ın tarifiyle devlet, insanların arasında zulmü engellemeyi ve adaleti kaim kılmayı esas alan bir aygıttır. Ve özü itibariyle İslam, adaletin, hakkaniyetin kontrolünde bir yönetim modeli önermektedir.
***
Eğer adalete ve merhamete dayalı, şeffaf ve denetlenebilir bir devlet inşa edememişseniz, İslam devleti ideali sadece bir ütopyadan ibarettir. Kısacası bir devlet, adaletin/hukukun somut kuralları dışında dini ve siyasi kimliklerle tanımlanarak İslam devleti olmaz. Kur’an’ın ifadesiyle: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (4/58)
Gerek Hz. Peygamber, gerek Hz. Ebubekir ve gerekse Hz. Ömer dönemine tekabül eden ilk dönem Müslümanlığını esas alan bir İslam devleti ideali fazlasıyla ütopiktir. Bir kere o dönemdeki uygulamalar bir şehir devletinin şartları içinde değerlendirilmek durumundadır. Geniş imparatorluk coğrafyalarında ve modern dönemlerin karmaşık devlet yapılarında daha farklı İslami yaklaşımların ortaya çıkması doğaldır.
Ayrıca bugün neredeyse ulaşılması imkansız olarak tarif edilen İslam devleti ideali, ağır ahlaki talepler içermektedir. Öyle ki bu ideal devletin tanımında, başa geçecek kişi ile ilgili adeta bir peygamber ya da veli tasviri yapılmaktadır. Yani bir azizler devleti...