Şimdi ABD’nin desteğini tazeleyen İsrail, İran’a saldırmaya hazır olduklarını açıkladı. Gazze’deki katliamlarını 7 Ekim’den bu yana sürdüren çağımızın Hitler’ini durdurabilecek bir güç şu an itibariyle yok. İsrail yeniden saldırdığında muhtemelen İran yeni bir dron gösterisi daha yapacaktır o kadar…
Hemen belirtelim, İran toprağı sayılan konsolosluğa yapılan saldırının uluslararası hukuk açısından bir misilleme hakkı doğurduğu açıktır. Ancak öyle anlaşılıyor ki bu misilleme saldırısı önü sonu hesaplamadan yapılmıştır.
Nitekim bu hesapsızlık, Gazze’deki katliamları yüzünden uluslararası camiada giderek yalnızlaşan Netanyahu için adeta bir can suyu olmuştur, yani İran’ın füzeleri İsrail’e yaramıştır.
Bu arada İran’ın eli de temiz değildir. Suriye’de Esad’ın cinayetlerine arka çıkan İran’dır, masumların kanının akmasında İran’ın doğrudan ortaklığı vardır. Yemen’de, Irak’ta yaptıklarını ne Müslüman vicdanın ne de insanlık vicdanının kabul etmesi mümkün değildir. Molla yönetiminin, bizzat kendi ülkesinde yaptığı zulümleri de bu günahlara ekleyebiliriz…
Ayrıca İran’ın bu saldırısının, Gazze’de İsrail katliamına maruz kalan insanlara da bir faydası yoktur, tam aksine katilin eli güçlenmiştir. Tek faydası, İran’daki despotik rejimin biraz daha tahkim edilmesidir.
Bu vesileyle esas bakılması gereken, İran’ın uluslararası alandaki yalnızlığıdır. Zira İran uzun süredir bütün dünyaya kafa tutan, herkese parmak sallayan ve ülkenin etrafını kalın duvarlarla ören ‘kapalı rejim’ politikaları uyguluyor. Bu politika yüzündendir ki konsolosluğuna yapılan saldırı yüzünden doğan ‘misilleme’ hakkını kullandığında destek verecek tek bir ülke bile bulamamıştır.
Dünyanın neresinde olursa olsun ‘kapalı rejimler’, öncelikle kendi halklarının düşmanıdırlar. Düşünün ki İran’ın zengin doğal gaz kaynakları var ama bizzat kendi halkı görülmemiş bir fukaralığa mahkum olmuş durumda. Despotik rejim, kendisini eleştirenleri, itiraz edenleri susturuyor, başı açık kadınlara, kızlara inanılmaz eziyetler, zulümler yapıyor.
İletişim ağlarının bu kadar geliştiği, herkesin her şeyi bildiği bir çağda her geçen gün daha da kendi içine kapanan ve bütün gücünü kendi halkını susturmak için kullanan despotik yönetimler, bir şekilde iktidarlarını sürdürebilirler belki ama ülkelerinde barışı, huzuru ve refahı sağlamaları asla mümkün değildir.
Birebir karşılaştırma yapmak çok doğru bir yaklaşım değil belki ama Türkiye ile İran’ı kıyasladığımızda, özellikle ‘yalnızlaşma’ konusunda benzerlikler taşıdığını da kayda geçirmekte yarar var. Bilindiği gibi Türkiye son on yılda Rusya ile yaşadığı zoraki ‘flörtleşme’ yüzünden, uluslararası alanda tarihinde hiç olmadığı kadar bir yalnızlaşma sürecine hapsoldu.
Hatırlayalım, S-400’leri aldığımızda AK Parti iktidarı ve etrafında konuşlanan ‘gecekondu medyası’ bütün dünyaya meydan okuyan bir eda ile “Dünyada güç dengeleri değişiyor, işte şimdi güçlü ve milli bir devlet oluyoruz” şarkıları söylüyorlardı. Oysa bu hal, kelimenin tam anlamıyla yaşanan dünya gerçekliğini ıskalayan bir şuursuzluk haliydi.
Öyle ki bir ara uyduruk “Şangay hayalleri” bile görmeye başlamıştık. Ama ne hikmetse o Şangay kahramanları, son İran olayında ağızlarını bile açamadılar…
Sonra ayağımız suya erdi de NATO üyesi olduğumuzu hatırladık ve biraz olsun kendimize geldik. Gördük ki elimizdeki F-16’ların miadı dolmuş ve savunma sistemimizi güçlendirmeye şiddetle ihtiyacımız var. Neyse ki Putin aşkımızı şimdilik askıya aldık ve F-16’ları alabilmek için akılcı politikalar uygulamaya çalışıyoruz.
Zira Putin aşkıyla yanıp tutuştuğumuz o günlerde tam 2.5 milyar dolar vererek aldığımız S-400’leri nereye koyacağımızı hala bulabilmiş değiliz. Muhtemelen bir hurdacıya verip kazma-kürek yaparız, başka bir işe de yaramazlar zaten…
Demek ki “Yerli-Milli” masalları anlatarak güçlü devlet olunamıyormuş.
Umarız İran’ın şu anda yaşamakta olduğu yalnızlıktan da ders alırız ve geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bir daha dünyaya parmak sallama hayallerine kapılmayız.