Tam da 23 Haziran seçiminin yıldönümünde şimşeklerin çaktığı, gökten inen rahmetin İstanbul sokaklarına indiği saatlerde Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bir yıllık icraatlarını anlatıyor.
Konuşmasına “Bir kamu yöneticisi için en güzel, en onurlu görevlerden biri hesap vermektir” cümlesiyle başlayan İmamoğlu diyor ki: “Gelirlerimiz; planlı bütçemizden 5 milyar, bir önceki yıl aynı dönemden ise 1.5 milyar lira daha düşük noktaya geriledi. Aldığımız tasarruf tedbirleri ve etkin bütçe yönetimiyle giderlerimizi yöneterek, neredeyse denk bütçe seviyesine geldik. Bu tabloda bizi zorlayan, en önemli faktör, bizden önceki yönetimlerin İBB’ye yüklemiş olduğu borçlar ve kredi geri ödemeleridir. İkinci önemli faktör iktidar blokunun uygulamaları ve yaklaşımlarıdır. Örneğin, kredi taleplerimiz konusunda kamu bankalarının engellenmesi. Örneğin, Ulaştırma Bakanlığı’na devredilen Başakşehir gibi metrolara ilişkin ödemelerin, maliye payımızdan kaynağında, peşin peşin ve aylık 50 milyonluk dilimlerle kesilmesi. Bizim kredi almamız engellenmese; bu hat için toplamda 300 milyon lira bizden kesilmese, biz, Başakşehir hattını, 20 yıllık vade ile ve çok daha ucuza yapabiliriz. Bir taraftan bizim ucuza ve çok uzun vadeli dış kredi kullanmamız engelleniyor, diğer taraftan da bizim nakdimize el konularak bizim adımıza güya metro inşaatı yapılıyor.”
Eğri oturup doğru konuşalım, dünyanın göz bebeği olan bu şehir hepimizin... Dolayısıyla İstanbul’a yapılacak her yatırım konusunda yerel yönetimlerin de, merkezi yönetimin de aynı hassasiyetle hareket etme zorunluluğu bulunmaktadır.
Ama ne yazık ki iktidar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne öyle bir abluka uyguluyor ki belediyenin bırakın yeni yatırımlar yapmasını, günlük rutin hizmetleri sürdürmesi bile mümkün gözükmemektedir.
Evet 23 Haziran seçiminin travmasını atlatmak hiç kolay değil, ama millet iradesinin tecellisi karşısında küslük olmaz ki... Sonuç itibariyle seçilmiş belediye başkanları bu ülkenin, bu devletin belediye başkanlarıdır. Onlar nasıl seçildikleri şehirlere hizmet etmekle yükümlüyseler, iktidar da halka hizmetin önünü açmakla yükümlüdür.
Hal böyleyken, iktidarın muhalefet belediyelerinin elini-kolunu bağlamak için her gün yeni argümanlar keşfetmesini vizyoner bir siyaset aklıyla izah etmek mümkün değildir. Açıkçası ben, bu tür engellemelerin toplumda ne tür siyasal sonuçlar üreteceğini en iyi bilen liderin Tayyip Erdoğan olduğu kanaatindeyim. Unutmayalım ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda Erdoğan’ın önüne kurulan barikatlar sadece Erdoğan’ı büyütmüştür.
Çünkü toplum hafızası asla unutmaz ve belediyeye yapılan engellemeleri, aynı zamanda kendisini cezalandırma olarak görür. Dolayısıyla bugün Ekrem İmamoğlu’nun hizmet adımlarına yönelik her engellemenin, 23 Haziran’ın bir intikamı gibi algılanma riski bulunmaktadır.
Doğrusu AK Parti’nin böyle bir riski göz ardı etmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Zira bu tavır, İstanbul halkının İmamoğlu’nun gerçek anlamda hizmet edip etmediğini test etme imkanını ortadan kaldırmaktadır. Kimse kusura bakmasın, iktidarın İstanbul Büyükşehir’e uyguladığı blokajlar doğrudan İmamoğlu’nu efsaneleştirmekte ve hatalarını adeta sıfırlamaktadır.
Diyelim ki belediyenin yeni yatırımlar için iç ve dış kredi borçlanmasını engelledik, Boğaziçi imar yetkisini elinden aldık, yıllardır Büyükşehir’in uhdesinde bulunan Galata Kulesi’ni bir başka bakanlığa devrettik, korona mağdurlarına yardım etmesini yasakladık. İyi güzel de, bütün bunların sonunda kazanan kim olur dersiniz? Kim kazanır bilemem, ama kaybeden kesinlikle İstanbul halkı olacaktır. Bu konuda hiç öyle derin siyasi analizler yapmaya gerek yok, iktidar marifetiyle yaratılan mağduriyetlerin faturası iktidara çıkar...
Kaldı ki bu dışlayıcı ve yok sayıcı tavır 23 Haziran öncesinde bütün medya imkanlarıyla en güçlü şekilde denenmiş ve sonucu hüsranla bitmiştir. Bugüne kadar Türkiye toplumunun sosyolojisi en iyi okuyan AK Parti’nin, milletin bu tür ayrımcılıkları asla tasvip etmediğini görememesi akıl alır gibi değil. Akıl tutulması dediğimiz durum, böyle bir şey olsa gerek...