Yeni AK Parti özellikle son beş yıldaki iktidarı döneminde gerek NATO ittifakı içinde olmaktan, gerekse Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gibi Batılı demokratik kurumların üyesi olmaktan hiç mutlu değil.
Çünkü bu kurumlarda yer almak aynı zamanda demokratik kriterlere uymayı da gerektiriyor. Oysa yeni AK Parti “hukukun üstünlüğü”, şeffaflık, hesap verilebilirlik, özgürlük gibi demokratik değerlerin iktidarının sürdürülebilirliği açısından ayak bağı olarak görüyor.
Eğer gerçekten böyle görüyorsa, Batı demokrasileri içinde yer almak gibi bir mecburiyeti yok, ayrıca kimsenin demokratik değerlere inanmamız için başımızda silah dayadığı filan da yok...
Dolayısıyla yan yollara sapmaya hiç gerek yok, iktidar oturup karar vermeli ve demeli ki: “NATO’ya, Avrupa Birliği’ne, Avrupa Konseyi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ihtiyacımız yok. Rusya, Çin, Suudi Arabistan, BAE ve Suriye’de demokratik kriterler yok ama onlar da bu dünyada Gül gibi geçinip gidiyorlar, biz de Ankara Kriterleri’ne döner yolumuza devam ederiz.”
Görüldüğü gibi bu dünyada otokrat ülkeler de var ve oralarda da hayat bir şekilde devam ediyor. Hem bu ülkelerde özgürlükler, insan hakları ve hukuk olmadığı için iktidarlar paşa gönülleri nasıl isterse ülkelerini öyle yönetiyorlar. Bu ülkelerde kimse otokrat liderlerden hesap soramıyor, yolsuzluklardan, hırsızlıklardan şikayetçi olamıyor, özgürlük yok diye sokaklara da çıkamıyorlar.
Eminim, Türkiye de demokratik dünyanın önem verdiği hukuk, özgürlük gibi değerlerden kurtulursa, iktidar da çok rahat edecektir. Ayrıca bugün iktidarın kadim ortaklarından olan Devlet Bahçeli ve Doğu Perinçek de bu yeni durumdan çok mutlu olacaklardır.
Sadece bunlar da değil elbette, mesela aslında AK Parti’den nefret eden ama demokrasiyle de kan uyuşmazlığı yaşayan ortodoks sol, ulusalcılar ve romantik Marksistler de Türkiye’nin Batılı demokrasilerden kopuşunu coşkuyla alkışlayacaklardır. Buna “şeriat devleti” hayaliyle yanıp tutuşanları da eklerseniz, eminim çok eğlenceli bir sonuç ortaya çıkacaktır!..
Hal böyleyken AK Parti iktidarının, sanki Batılı demokrasilerin bir parçasıymış gibi bir bakıma “görüntü demokratlığı” yapmasını doğrusu anlamak mümkün değil. Açıkçası, şu günlerde Suudi Arabistan ve BAE gibi despotik yönetimlerle kardeşliğimizi(!) yeniden tazelemişken, NATO’ya ve Türkiye’ye bir türlü dönüp bakmayan ABD Başkanı Biden’e şöyle okkalı bir rest çekip gerekirse ŞANGAY’a katılmanın tam zamanıdır!..
Hasılı, iktidar yaşamakta olduğu bu sıkıntılı durumdan acilen kurtulmalıdır. Düşünebiliyor musunuz, 21. Yüzyılda Hitler’e özenen Putin’in korkusundan dolayı NATO’ya girmeye karar veren Finlandiya ve İsveç’e önce ‘veto’ kartını gösterip “Kapımıza bile gelmeyin…” diyoruz. Sonra kimse bizi ciddiye almayınca, bu kez de manevra yapabilmek için adeta kıvranıyoruz. Çekilecek dert değil doğrusu… Bırakalım bu Avrupalıları, ne halleri varsa görsünler…
Ancak Türkiye’nin son dönemdeki dış politika tercihlerinde küçük bir sıkıntı var. Evet iktidar açısından, her vesileyle Ankara’ya ‘demokratik değerleri’ hatırlatan Batı dünyasından kurtulmak iktidar açısından çok cazip bir durum. Ancak hoşumuza gitmese de ekonominin, finansın, bilimin ve teknolojinin merkezi Batı dünyası. Yani ürettiğimiz malları satabilmek, ihtiyacımız olan teknolojik araçları alabilmek, kredi temin edebilmek ve de yabancı sermayenin Türkiye’de yatırım yapmasını sağlayabilmek için gelişmiş demokratik ülkelere ihtiyacımız var.
Trajik bir durum ama bugün dost olabilmek için yanıp tutuştuğumuz ülkelerin önemli bir bölümünün tek sermayesi var, o da despotizm… Yeni dostlarımız Arap krallıkları dahil, Rusya ve Çin’in demokrasi ve insan hakları karnesi malum. Denebilir ki bu ülkelerin petrol gibi, doğal gaz gibi zenginlikleri var, hatta Çin büyük bir teknoloji devi. Demek ki demokrasi ve özgürlük olmasa da zengin olunabiliyormuş... Evet bu bir tercih meselesi, eğer otokratların “kul”u olmaktan rahatsız değilseniz neden olmasın…
Ama biliyoruz ki her şeyin tek bir otokrata bağlı olduğu ülkelerde iktidarların önünde-sonunda duvara toslaması ve özellikle geniş toplum kesimlerinin fukaralıkla tanışması kaçınılmazdır.
Unutmayalım, Ukrayna’yı işgale başladığı güne kadar silah ve askeri güç olarak dünyanın en büyük ülkelerinden birisi olmakla övünen Rusya’nın otokrat lideri Putin, Ukrayna’da kadınları, çocukları katletti ama o övündüğü güçle birlikte bütün dünyanın önünde madara olmaktan da kurtulamadı.