Ülkedeki demokrasi kalitesinin yükselmesinde, hukukun üstünlüğüne riayet anlamında ve ekonomide önemli mesafeler alınmasına rağmen, 20 yıl sonra yeniden iki binli yılların başındaki çaresizlik günlerine geri dönmek doğrusu oldukça can sıkıcı bir durum.
O günleri hatırlayalım; ekonomide deniz bitmiş ve IMF’nin kapısında kredi kuyruğunda bekliyorduk.
Haklar ve özgürlükler konusunda perişan haldeydik, üniversite kapılarında “ikna odaları”nın kurulduğu insan hakları ayıpları yaşanıyordu.
Hukuka olan güven azalmıştı, çünkü yargıçlarımız postmodern brifingler için hazırol vaziyetinde bekler duruma düşmüşlerdi.
Siyaset itibar kaybına uğramış, politikacıların milletin iradesini koruyacak mecali kalmamıştı.
Sonra 2001 seçimleriyle birlikte AK Parti sahneye çıkmış ve millet iradesini taçlandıran yeni bir dönem başlamıştı. Artık siyaset ikliminde yeni bir rüzgar esiyordu...
Çünkü AK Parti yola çıkarken “Demokratik rejimlerde, siyası iktidarların ve bürokratik yapıların temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasına müdahale edemeyeceğini, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin eksiksiz olarak hayata geçirilmesini” millete taahhüt etmiş ve 2011’e kadar da bu vaatlerini büyük ölçüde hayata geçirmişti.
Ancak AK Parti iktidarı özellikle 2013’ten itibaren başka bir iklimde yol almaya başladı. Önce ‘ortak aklı’ rafa kaldırdı, demokratik ve ekonomik reformların altında imzası bulunan kendi çocuklarını trenden atarak işe başladı. Sonra bizzat kendi iktidarı tarafından gerçekleştirilen demokratik reformlardan feragat ederek yoluna devam etti.
Kuşkusuz bu demokrasi baharının tersine dönmesinde 15 Temmuz FETÖ ihanetinin de önemli bir payının olduğunun altını çizmek gerekiyor. Ancak her şeye rağmen AK Parti’ye yakışan da, olması gereken de reformist çizginin sürdürülmesiydi. Ama ne yazık ki bu gerçekleştirilemedi ve özellikle de Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemiyle girilen yeni rejim tasarımıyla birlikte adeta demokrasinin içi boşaltıldı. Bu süreçte MHP’nin de yardımıyla, artık demokrasi tekerleği ileriye değil, geriye doğru dönmeye başladı.
Şimdi manzara şu; ekonomide zor günler yaşıyoruz, milletin alım gücü düşmüş, yeni yatırımlar yapılamıyor, iş bulamayanların, işini kaybedenlerin sayısı hızla artıyor. Üstelik yabancı yatırımcı için cazip ülke olmaktan çıkmış durumdayız, çünkü hukuki ve siyasi görünürlüğümüz yabancı yatırımcıya artık güven vermiyor. İçeride ise kimsenin yeni yatırım için mecali yok. Ekonomik anlamda hiçbir derinliği olmayan Bulgaristan’ın bile eksi faizle kredi bulabildiği bir dünyada, biz ancak yüzde 7-8’ler gibi yüksek orandaki faizlerle dış kredi bulabiliyoruz.
Haklar ve özgürlükler anlamında AK Parti iktidarı kendi reformlarının bile gerisine düşmüş durumda. Fikirlerin özgürce ifade edilmesinden basın özgürlüğüne, akademik özgürlükten siyasetin serbestçe yapılabilmesine kadar her alanda kan kaybediyoruz.
“Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır” diyerek yola çıkan AK Parti yerel seçimlerin üzerinden üç ay gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, milletin özgür iradesiyle seçilmiş belediye başkanlarını hiçbir yargısal süreç işletmeden görevden alabiliyor. Evet terörle mücadele Türkiye’nin en hayati meselelerinden birisidir ve bu ülkede yaşayan herkes bu mücadelenin arkasındadır. Ancak milletin iradesine rağmen belediye başkanlarının görevden alınmasının terörle mücadeleye katkısının olması mümkün değildir, tam aksine terörün alanını genişleten bir durumdur. Vahşi terörün zihinleri ifsat etmesi için öylesine tehlikeli bir adım atıyoruz ki, bunu anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalıyor. “Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz” gibi bir şey yani...