Hafta içinde ressam Ahmet Güneştekin’in atölyesinde iftardaydık. Hiç kuşkusuz bir ressamın mekanında iftar yapmanın ayrıcalıklı tarafları var.
Bugünlerde doğal olarak her sohbet ortamının en temel meselesi Kovid-19 krizi oluyor. Elbet bu iftarda da salgının hayatımızda yarattığı deprem ve biraz da siyaset... Ama bu kez iftar sonrasının ağırlıklı konusu sanat.
Kahvelerimizi yudumlarken bir dostumuz William Shakespeare’in o ünlü dizeleriyle birlikte sanat ve edebiyatın engin sularına doğru yol alıyoruz.
/Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter! Demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun./
Şiir biter bitmez Ahmet Güneştekin sohbetin istikametini ünlü ressamlara çeviriyor, Modigliani, Picasso ve Renoir... Güneştekin Modigliani, Picasso ve Renoir arasında yaşananları anlatırken onu can kulağı ile dinliyorum.
Malum özellikle Modigliani ve Picasso’nun sevgi ve nefret ilişkisi dillere destandır. Aralarındaki tatsız ilişkiye rağmen iki sanatçı birbirlerine derin bir sevgi duymaktadırlar. Picasso’ya Modigliani hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, “O bir Bir Tanrı” demiştir ve onu devrin yaşayan en büyük ressamlarından Renoir ile tanıştırmıştır.
O dönem ressamlarının aksine yaşadığı sefil hayat, alkol ve hastalığın pençesinde boğuşan Modigliani ile Renoir’in tanışma hikayesini Güneştekin şöyle anlatıyor: Bir gün Modigliani’ye gelen Picasso onu alır ve Paris’in dışında bir şatoya götürür. Görkemli şatonun önüne geldiklerinde Modigliani Picasso’ya sorar: Burası nedir? Cevap: Tanrının evi... Hayatı yoksulluk içinde geçen Modigliani şatonun içine girdiklerinde muhteşem görüntü karşısında heyecanlanıp Picasso’ya “kimle görüşeceğiz?” diye sorduğunda aldığı cevap; tanrıyla... Biraz sonra tekerlekli sandalyede beyaz sakallı birisi gelir, o ünlü ressam Renoir’dir... Modigliani şaşkındır: “üstat ben sizin hayranınızım...”
Sonra Renoir, Modigliani’yi alır ve tavanları yüksek devasa büyüklükteki odasına götürür. Odada gördükleri karşısında Modigliani’nin adeta dili tutulur. Çünkü duvarlardaki tablolar kendi resimleridir. Modigliani şaşkınlık içinde “Aaa üstat bunlar benim resimlerim” dediğinde, Renoir “Evet senin resimlerin, çünkü ben de senin hayranınım...” cümlesiyle karşılık verir.
Çağının en büyük ressamlarında birisi olan Renoir’in Modiglani ile ilgili söylediği şu cümleler adeta hüzünlü bir şiir tadındadır: “Bir keresinde onu dans ederken gördüm Balzac heykelinin önünde. Yüzü çok güzeldi ve dansı harikaydı… Kuğunun ölmeden önceki son şarkısı gibi, gülümsedi. Bir zamanlar olduğum her şeydi. O anı çaldım ve zihnime kilitledim… Orada durup beni rahatlatması için son günlerimde.”
Kuşkusuz bu dünyadan ışıldayarak geçmiş ve eserleriyle iz bırakmış büyük bir ressamdır Modigliani. Hayatı boyunca adeta aç kalmış ve değeri öldükten sonra fark edilmiş bir ressam... Herkesin farklı bir bakışı olabilir elbette, ama benim için Modigliani’nin resimlerindeki kadınların gözleri önemlidir, daha doğrusu olmayan gözleri...
Modigliani hiçbir eserinde modellerin gözlerini tam çizmemiş, siyah, derin bir boşluk şeklinde tasvir etmiştir. Bir gün bu durumu, kendi portrelerinden yola çıkarak “Resimlerinde neden gözlerimi göremiyorum” diye soran eşi Jeanne şu cevabı almıştır: “Ruhunu gördüğümde gözlerini çizeceğim.”