Bir diriliş, yenilenme ve arınma ayı olan ramazanın, aynı zamanda İslam dünyasının içinde bulunduğu hali tefekkür etmesi için bir vesile olmasını umut etmek istiyorum. Ama hemen belirtmekte yarar var; uzun yıllardır İslam toplumları içinde bulundukları zillet halinin bir tezahürü olarak kolaycı bir yaklaşımla “Müslümanlar uyanın!” benzeri sloganları tekrarlayarak kimseye faydası olmayan bir mırıldanma halindeler.
Dünya nüfusunun dörtte biri Müslümanlardan oluşuyor. Ama ne yazık ki bazı Arap ülkelerinin petrol ihracatı hariç, hiçbir İslam ülkesi teknoloji üretemiyor. Bilimsel üretimde en son sıralardalar. Müzikte, mimaride, resimde, hasılı sanatsal ve kültürel alanda dünyada esameleri okunmuyor.
***
Ya hukuk ve demokrasi?
İşte en vahim görüntü de maalesef bu alanda... İslam toplumlarının neredeyse hiçbirinde hak ve özgürlükleri teminat altına alan hukuk ve demokrasi yok ve koyu bir istibdat rejimi hakim. Koyu baskıcı ve diktatoryal rejimlerin hakim olduğu İslam ülkelerinde düşünen, sorgulayan, araştıran özgür ruhlu nesillerin yetişmesi mümkün olmadığı için, bilimsel düşünce gelişmemiş, yaratıcı zekaların önü hep kapatılmıştır. Çünkü bilimsel üretim de, teknolojik gelişme de ancak hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir demokrasi ve özgürlük ikliminde sağlanabilir.
Hal böyleyken, “Müslümanlar uyanın” ya da “Emperyalistlere karşı direnelim” benzeri ucuz sloganlarla Müslümanların kurtuluşunu beklemek, geçici olarak kendimizi iyi hissetmemiz sağlayacak renkli hayallerden öte bir anlam taşımayacaktır.
İslam ülkeleri hukukun üstünlüğüne dayalı, insanların özgürce sorgulamasına, fikir beyan etmesine izin veren bir sistem inşa edemedikleri için maalesef kendi başarılarını değil, demokratik dünyanın bilimsel ve teknolojik başarıların konuşmak durumunda kalmışlardır. Daha da dramatik olanı, Müslümanlar genellikle ya “şanlı tarih” hayalleriyle zihinlerini tarihin pırıltılı bir dönemine sabitlemişler, ya da “Batılılar Müslümanların gelişmesini istemedikleri için bizi yok ediyorlar” diyerek sorumluluktan kaçmayı tercih etmişlerdir.
Oysa gerçekler hiç de böyle değil... Biz sadece gerçeklerden kaçarak teselli bulmaya çalışıyoruz o kadar... Siz özgürce düşünen, üreten beyinlerin önünü açacak demokratik ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem inşa edememişseniz, kimse gelip size büyük teknolojiler üretecek bilim adamları, dünya ile rekabet edebilecek mimarlar, müzisyenler, sanatçılar armağan etmez.
Bu zihniyet değişmedikçe, İslam dünyası yıllarca olduğu gibi “Müslümanlar neden bu halde, Batılılar başarıyor biz neden başaramıyoruz” diye yakınmaya, “Ah bu gavurlar olmasa kim tutar Müslümanları” benzeri masallarla zihinlerimizi uyuşturmaya devam ederiz.
Oysa özellikle adalet ve özgürlük konusunda zihinlerimizi biraz zorlayarak İslam’ın ilk dönemlerini anlama gayretine girsek, eminim çok daha hayırlı bir iş yapmış oluruz. Mesela her vesileyle hatırlatmaya gayret ettiğim Hz. Ömer döneminde yaşanan bir olay var ki, gerçekten günümüz açısından da bir yol haritası niteliği taşıyor.
Hz. Ömer bir gün minberde Müminlere: “Ey insanlar dinleyin dediğinde Selman ayağa kalktı ve ‘Seni dinlemeyiz, bize bir elbise dağıttın kendin iki parça giyiyorsun’ diyerek itiraz etti. Halife ‘Acele karar verme ey Abdullah’ dedikten sonra oğlu Abdullah’a seslendi: ‘Ey Abdullah Allah için söyle, altına giydiğim izar senin hakkın olan değil midir?’ Oğlu, ‘evet’ deyince Hz. Selman tekrar konuştu: Şimdi söyle dinliyoruz.”
***
Örnek son derece açık ve herkesin anlayabileceği kadar net; o gün insanlar devletin başında bulunan Hz. Ömer’e, hiç çekinmeden özgür iradeleriyle hak ve hukukun tecellisi konusunda rahatlıkla hesap sorabiliyorlar.
Şu muhakkak ki dört halife dönemi, girift toplumsal yapıların henüz teşekkül etmediği küçük ölçekli bir yönetim modeli. Dolayısıyla milyonlarca nüfusun oluşturduğu günümüzün modern devletlerinde insanların Hz. Ömer döneminde olduğu gibi birebir hukuki sorgulama yapması elbette mümkün değildir.
İşte bu yüzden modern hukuk var... Demokratik hukuk devletinde herkes, bağımsız ve tarafsız yargı önünde adaletin tecelli etmesini bekleme hakkına sahiptir. İslam’ın da bütün sistemlerden en temel isteği; adaletle hükmetmeleri, hak ve özgürlükleri teminat altına almalarıdır.