Geçtiğimiz hafta önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bir gün sonra da Adalet Bakanı Abdulhamit Gül Türkiye’nin ekonomide mesafe alabilmesi ve sorunlarını çözebilmesi için “hukuk devleti”ne dönmekten başka bir yolunun olmadığını anlatan değerlendirmelerde bulundular.
Hukuk devleti, liyakat, şeffaflık, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına vurgu yapan bu parlak değerlendirmelere elbette bir itirazımız olamaz. Özet olarak bu açıklamalardan anladığımız; Türkiye adaleti yeniden keşfediyor ya da keşfediyormuş gibi yapıyor, bunun zamanla öğreneceğiz.
İyi güzel de bütün bu değerleri ilk kez duyuyor değiliz ki, Türkiye yıllardır hukukun üstünlüğü, liyakat, şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi evrensel normları ve değerleri tartışıyor zaten... Özellikle Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde çıkarılan uyum yasalarıyla bu konuda ciddi mesafeler de alınmıştı.
Eğer hafızamız bize bir oyun oynamıyorsa cumhurbaşkanı bu makama bir hafta önce seçilmedi, adalet bakanı da dün atanmadı. Doğrusu ne yalan söyleyeyim özellikle adalet bakanını dinlerken bir anda memlekette bir iktidar değişimi olduğu hissine kapıldım. Sanki yeni iktidarın atadığı adalet bakanı, ülkede geçmiş iktidar döneminde yaşanan hukuk facialarını anlatıyor, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi vaat ediyor gibiydi...
Ama öyle olmadığını hepimiz biliyoruz, bugün şikayet edilen, Türkiye’nin dünyadaki hukuk devleti algısını bir alt lige düşüren uygulamaların altında bu iktidarın imzası bulunmaktadır. Her ne kadar ülkeyi yönetenler pek görmek istemese de, bugün duvara toslayınca hatırladığımız ve ekonomiyi kurtarmak için adeta yeniden keşfettiğimiz “hukuk devleti” aslında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte çoktan buharlaşıp kayıplara karışmıştı.
Hiç uzağa gitmeye gerek yok, son iki-üç yılda yaşananlara bakmak bile Türkiye’nin içinde bulunduğu dramatik hali anlamak için yeterli olacaktır.
Uzun süredir bu ülkede hiç bıkmadan, usanmadan “hukuk devleti” vurgusu yapan, bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi oluşturmadan Türkiye’nin ekonomik ve insani sorunlarını çözmesinin mümkün olmadığının altını çizen hukukçular, siyasetçiler, gazeteciler akıl almaz eleştirilere, ‘ihanet’ suçlamalarına maruz kaldılar.
Maalesef Türkiye’de itaat kültürünün gönüllü neferi haline dönüşmüş, aklını-iradesini iktidara ipoteklemiş bir takım medya ve siyaset esnafı, hukukun üstünlüğünü savunanları itibarsızlaştırmak için adeta bir cadı avı kampanyası yürüttüler. Öyle ki talimatla tutuklanan, hiçbir belge ve kanıt olmadan yıllarca cezaevinde tutulan gazetecileri, yazarları, aktivistleri, sivil toplum temsilcilerini savunanları parmakla göstererek “İşte dış güçlerin ajanları ve yerli işbirlikçileri” diyerek itham etmek ‘vatanseverlik’ yalanıyla örtüldü bu ülkede.
Bu anlayış yüzünden senelerimizi kaybettik, kime ne fayda sağladığı belli olmayan “Türk tipi” sistem yüzünden kurumlarımızı yok ettik, sırf bir inat uğruna milyarlarca doları heba ettik ve sonra bir sabah kalkıp “pardon yanlış yapmışız” diyerek nedamet getiriyoruz öyle mi?
Ama ne yazık ki bu pişmanlığımızla kaybolan yıllarımızı geri getiremeyeceğiz, en doğal ifade hürriyeti haklarını kullandıkları için konuştukları, yazdıkları, eleştirdikleri için haksız yere hapiste yatan insanların haklarını telafi edemeyeceğiz, üniversite kapatmanın ayıbını görmezden geleceğiz. Sonunda da muhtemelen “Allah affetsin” diyerek yolumuza devam edeceğiz...
Halihazırda hukuk sistemimizin hayatları nasıl kararttığını görmek açısından 1112 gündür cezaevinde bulunan Osman Kavala’nın kendisiyle ilgili hazırlanan son iddianame ile ilgili T24’ten Şirin Payzın’ın sorularına verdiği cevaptaki şu cümlesi son derece çarpıcıdır: “Bu, temel hukuk normlarına uygun, suç olan eylemin failini ortaya çıkartmak için hazırlanmış, delil içeren bir iddianame değil, siyasi suçlar işlediğime dair algı oluşturmak amacı ile kaleme alınmış kurmaca türünde bir metin. Tek kelimeyle bir iftiraname.”
Hukuk ve demokrasi karnemiz bu haldeyken, bir sabah kalkıp hukukun üstünlüğünü, şeffaflığı, öngörülebilir olmayı keşfediveriyoruz. Hiç tereddütsüz belirtelim, hukuk reformuna şiddetle ihtiyacımız var. Ancak reformları bu ülke insanının ihtiyacı olduğu için değil de, sadece ekonomiye iyi gelsin diye yapıyorsak işimiz gerçekten zor demektir.
Ve bilelim ki Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş dahil Enis Berberoğlu, Ahmet Altan, sırf yaptıkları haberlerden dolayı tutuklanan gazeteciler, yargı kararı olmadan görevden alınan belediye başkanları ve sokak röportajında konuşan vatandaş İsmail amcanın derdine çare olmayan bir hukuk reformu, asla bir reform değildir.