Galiba sözün bittiği yerdeyiz, ekonomik buhran yüzünden işyerleri kapanıyor, işsizlik çığ gibi büyüyor ve insanlar evlerine ekmek götürmekte zorlanıyor. Ama ‘itibardan tasarruf etmek’ niyetinde olmayan devletimizde Lale devri günleri yaşanıyor...
Salgının en can yakıcı günlerindeyiz, dünya ülkelerinin önemli bir bölümü insanlarını aşılamaya başladı. Biz ise aylardır Çin aşısının yolunu gözlüyoruz, nihayet küçük bir miktar geldi, buna da şükür... Zaten devletimiz de kızmasın diye Çin’i hoş tutmaya çalışıyor.
Dünyanın en itibarlı aşılarını temin konusunda başarılı olamayan siyasal iktidar, pandemi sürecinde bile sivil toplumu susturmak için kayyım yasaları çıkarmakta, kimlerin içeri atılıp kimlerin cezaevinden çıkarılması gerektiği konusunda adalet terazisine yol göstermede çok başarılı çalışmalara imza attı!
Hal böyleyken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yeni yıl mesajında “Ekonomimizi güçlendirecek, demokrasimizin, hak ve özgürlüklerin çıtasını yükseltecek reform hazırlıkları içindeyiz” sözlerini değerlendirmekte doğrusu biraz sıkıntı çekiyoruz.
Zira daha birkaç gün önce, uzun ertelemelerin sonunda toplanan Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Osman Kavala’nın bireysel başvurusunu reddetti. Genel Kurul, Kavala’nın haklarının ihlal edilmediğine hükmetti. Yüksek mahkeme bu kararı 1 oy farkla verdi. Elbette aynı mağduriyeti yaşayan pek çok sayıda insan var, ama Kavala davası artık bir mağduriyet sembolü haline geldi, üstelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok açık bir şekilde ‘serbest bırakın’ ikazına rağmen...
Maalesef yargıyı öylesine siyasallaştırdık ki, eğer bu anlayışla gidersek Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna kimseyi inandıramayacağız, inandıramıyoruz da zaten... Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan kabine toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada Selahattin Demirtaş’ı kastederek “demek ki muhalefet iktidar olsa serbest bırakacak” değerlendirmesinde bulundu. Ne yazı ki bu tür söylemlerle “demek ki Demirtaş’ı ve Kavala’yı siyasal iktidar cezaevinde tutuyormuş” kanaatini pekiştirmiş oluyoruz. Oysa bir kişinin tutuklu ya da tutuksuz yargılanmasının kararını sadece yargı verecektir. Muhalefet de iktidar olsa kararı yine yargı vermek durumundadır. İşte tam da bu tür siyasal açıklamalar yüzünden AİHM “Demirtaş ve Kavala’nın tutukluluğunun sürdürülmesinin hukuki değil, siyasi” olduğunu söylüyor. Bu arada tıpkı Osman Kavala’da olduğu gibi arkadan dolaşıp AİHM’nin önünü kesmek için Demirtaş’la ilgili yeni bir iddianame hazırlanıverdi...
Eğer gerçek anlamda bir hukuk reformuyla özgürlüklerin çıtasını yükseltmek istiyorsak, bütün dünyada yüzümüzü kızartan bu hukuk ayıplarından Türkiye’yi kurtarmak zorundayız.
İki kez tahliye ve bir kez de beraat kararı alan fakat hakkında yeni dava ve soruşturma açılarak 1158 gündür cezaevinde tutulan Osman Kavala’nın AYM Genel Kurulu’nun bireysel başvurusunu reddetmesine ilişkin yaptığı şu değerlendirmesi hukuk ve demokrasi açığımızın ne boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor: “Anayasa Mahkemesi’nin son anda icat edilmiş, yasadaki tanıma uymayan ve hiçbir delile dayanmayan casusluk suçlamasıyla tutuklanmış olmamı hukuka uygun bulması, akıl alır gibi değildir. AYM’deki çoğunluğun hukuk normlarına uygun olmayan bu davranışı son derece endişe vericidir.”
Hukukun üzerindeki siyaset gölgesinin her gün biraz daha koyulaştığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının yok sayıldığı, insanların en küçük eleştirel bakışlarının bile “vatan hainliği” ile eşdeğer görüldüğü bir ülkede yeni yıl için verilen özgürlük vaatlerine inanılabilir mi doğrusu bilemiyorum, ama yine de inadına umutlu olmak istiyorum...