Hayatın acımasızlıkları, zalimlikleri karşısında her zaman tutunabileceğimiz bir güzellik ya da sığınabileceğimiz bir liman hep vardır. Belki de bu liman umutlarımızdır
Yıllar önce İtalyan yönetmen Roberto Benigni’nin “La vita è bella” (hayat güzeldir) filmini izlemiştim. Bir babanın evladı için savaşın ortasında bile, bir varoluş destanı yazabileceğini gösteren muhteşem bir filmdir. Hatırladığım kadarıyla “La vita è bella”nın baş kahramanı Guido güzeller güzeli öğretmen Dora’ya vurulur ve tüm engellere rağmen evlenirler. Ardından bir de çocuk sahibi olan çiftin hayatlarındaki tüm pürüzler ortadan kalktığında savaş patlak verir. Guido, oğluna esir kampında savaşı bir oyun olarak anlatır; eğer oyunu başarıyla tamamlarsa ödül olarak çok istediği bir oyuncak tank hediye edecektir.
İkinci Dünya Savaşı’nın sivillerin üzerindeki yıkıcı etkisini beyaz perdeye en iyi uyarlayan filmlerden biri olan Hayat Güzeldir, tüm olumsuzluklara rağmen her daim bir umut ışığı olduğu düşüncesini en güçlü şekilde verir.
Gösterime girdiği dönem büyük ses getiren film, Akademi’nin de büyük ilgisine nail olmuş, En İyi Yabancı Film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Müzik olmak üzere üç dalda Oscar ödülü kazanmıştı.
Her gün pek çok şey yaşıyoruz, üzülüyoruz, seviniyoruz ama şehirlerimize-sokaklarımıza durmadan karanlıkları çağıran insanları gördükçe hayatımızın bütün pencerelerini kapatmak geliyor içimizden. Hakka-hukuka riayet etmeyen, merhametsizliği neredeyse bir meziyet gibi gören ve aramızda karanlıklar prensi gibi dolaşan mahallemizin din bezirganları artık kalbimize ağır geliyor...
Ve zarif şairimiz Cahit Zarifoğlu yetişiyor imdadımıza... “Yaşamak” kitabında diyor ki:
“Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.
Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları
Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları
Konuşurlar
İsterler
Susarlar.”
Eminim zaman zaman yaşamanın zor geldiği, doğduğunuz topraklarda kendinizi adeta bir yabancı gibi hissettiğiniz anlar olmuştur. Ama unutmayalım ki “hayat güzeldir” demeye devam ettikçe, yaralarımızı tedavi etmek için de daha fazla umudumuz olacaktır.
Vicdanların yaralandığı, umutlarımıza kara bulutların çöktüğü günlerde alıp başımı bir yerlere gitmeyi çok istesem de hiç yapamadım, çünkü içimde esen “La vita è bella”
rüzgarlarına, şiirlere takıldım, hiç gidemedim...
Ve Edip Cansever’in dizelerini mırıldanarak, hayata yeniden tutunmaya çalıştım:
/Bütün iyi kitapların sonunda
bütün gündüzlerin,
bütün gecelerin sonunda
meltemi senden esen
soluğu senden olan
yeni bir başlangıç vardır.../
Her birimizin yüreklerinde ne tür fırtınalar estiğini, hangi umutlarla yeni başlangıçlara hazırlandığını bilemeyiz, ama Bob Dylan’ın “Blowing in The Wind” şarkısındaki rüzgarın sesini dinleyerek yeni bir güne başlayabiliriz.
/Evet, ve bir adamın kaç kulağı olmalı)
İnsanların ağladığını duyabilmesi için
Evet, ve kaç ölüm olmalı onun bilmesi için
Ne kadar çok insanın öldüğünü?
Cevap, dostum, rüzgarda esiyor
Cevap rüzgarda uçuyor/