‘Haysiyetli siyaset’ ve olası tehlikeler

Mehmet Ocaktan

Başlıktaki “Haysiyetli siyaset” kavramı, önemli bir siyaset bilimci olan Hannah Arendt’e ait bir kavramdır. O tam bir liberal olmakla birlikte, aynı zamanda edebi bir entelektüeldir. Sokrates gibi Arendt de her zaman düşünmüş ve düşüncelerinin onu götürdüğü yere gitmiştir. Totaliterizmin korkunç yüzüne sık sık ayna tutan Arendt, “Siyasette yalan” adlı eserinde haysiyetli siyasetin karşılaşabileceği olası tehlikelere dikkat çekmiş ve detaylı bir şekilde analiz etmiştir. Sistemli yalanlar üzerine değerlendirmelerde bulunan Arendt, bu yalanların hakiki gerçekliğe olası zararlarını tartışır. 1967’de dile getirdiği siyasete ilişkin görüşleri adeta bugün yazılmış gibi günceldir. “Siyasette Yalan” adlı eserinde Arendt şunları söylüyor: “Doğruların tartışıldığı bir ortamda ve doğruluğu teyit edilmemiş bilgilerin arasında fikir özgürlüğü fonksiyonunu yitirmekte, gülünç bir kavrama dönüşmektedir.”

***

Maalesef totaliter rejimlerde alenen söylenen yalanlar, bugün de çağımızın siyasetçileri tarafından adeta alternatif bir gerçeklik olarak takdim edilerek kitlelerin zihnine boca edilmektedir. Yani popülist yalanlar, halen bütün dünyada yükseliş trendinde bulunan popülizmin en cazip siyasi argümanı haline gelmiş bulunmaktadır.

Kuşkusuz günümüz siyaseti için esas tehlike, sadece yalanların hakikatmiş gibi sunulması değil, hayatı algılama biçimimizdeki ‘doğru’ ve ‘yanlış’ kategorilerinin tahrip edilmesidir. Çünkü siyasette yalan söyleme öylesine sınırsız bir hale gelmiş bulunuyor ki, kitlelerin yalana karşı herhangi bir refleks vermeye mecali bile bulunmamaktadır.

Gücü elinde bulunduranların yalanı gerçeğe katma çabalarının yarattığı esas tehlike, nihilizm ve politik kayıtsızlıktır. Zira zihinlerde giderek yerleşik hale gelmeye başlayan, çirkinlik ve yalanların hakim olduğu siyasetle hiçbir şeyin değişmeyeceği kanaati, müthiş bir toplumsal travmaya yol açmaktadır.

İşte tam da bu yüzden “haysiyetli siyaset”e sahip çıkarak, içinde bulunduğumuz zamanın karanlık gerçekleriyle yüzleşmeye şiddetle ihtiyaç vardır.

İnsanları siyaset konusunda umutsuzluğa sürükleyen en önemli etkenlerden birisi de, normal siyasi muarızlığın giderek bir düşmanlaştırma üzerine bina ediliyor hale gelmesidir. Elbette siyaset sosyolojisinin belli bir politik karşıtlıkla izah edilmesi normaldir. Nitekim Alman siyaset bilimci Carl Schmitt politik olanı dost-düşman karşıtlığı tabanında anlatmaya çalışır. Schmitt’e göre “siyasal düşmanın ahlaki açıdan kötü, estetik açıdan çirkin ya da ekonomik anlamda rakip olması gerekmez; hatta siyasal düşmanla iş yapmak avantajlı bile gözükebilir. Önemli olan, siyasal düşmanın öteki, yabancı olmasıdır.” (Carl Schmitt, Siyasal Kavramı…, s. 47)

***

Maalesef yaşadığımız dönemde “biz” ve “onları”, doğru ve yanlış üzerinden tarif etmeye kalkan bir siyasal anlayış hakim durumdadır. Siyaseti dost-düşman üzerinden kurgulayan bu anlayışın sonucunda ise özellikle popülist söylemin temsilcileri, kendileri dışındaki bütün siyasal yapıları “hain” kategorisi içinde görmeye başlar.

Çünkü popülist liderlerin diliyle konuşmayan bütün liderler tehlikelidir, eğer kendileri yoksa memleket ‘beka’ tehlikesiyle karşı karşıyadır. Mesela günümüzde popülizmin en önemli temsilcilerinden olan olan Trump, Orban, Putin vb. liderlerin gözünde, demokratik değerleri savunan siyasetçiler bir bakıma ihanet içindedirler.

Yaşadığımız çağın en başat siyaseti haline gelen popülist söylem, ne yazık ki “haysiyetli siyaset”i öldüren bir mekanizma haline dönüşmüş bulunuyor. Kabul etmek gerekiyor ki siyasal olanın, sadece “biz varsak memleket güven içindedir” anlayışına indirgenmesi günümüzün sağ siyasetinin en önemli özelliklerinden birisi haline gelmiştir.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (30)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.