Bazen fikri anlamda planladığımız hayat tasavvuru ile reel dünyanın bize dayattığı hayat arasında derin uçurumlar olduğunu farkettiğimizde telaşa kapılır, zihinsel bir dinginliğe kavuşmak için de kendimize güvenli limanlar ararız. Kuşkusuz bu arayışta önemli olan; ruh iklimimizi zenginleştirecek, yaşama kalitemizi artıracak doğru sığınağı keşfedebilmektir.
Şiire ve sanata tutunarak yaşamanın hayatımız için bir imkan olduğunu düşünmüşümdür hep. Özellikle modern zamanlarda rotamızın şaştığı, dünyanın yeni çılgınlarının hayatımızı köşeye sıkıştırdığı dönemlerde, eğer fark edebilirsek şiir her gün bir köşeden kendini gösterir ve “ben buradayım” diye seslenir, yeter ki gönlümüzün kapısını açık tutalım. Biliyorum ki, başta şiir olmak üzere sanata ve edebiyata kapalı olan hayatların bir tarafı hep eksik kalacaktır.
Gerek yaşadığımız coğrafyanın sosyal ve siyasal şartları, gerekse küresel ölçekte tezahür eden akıl tutulması dünyanın gidişatını umutsuz bir istikamete doğru sürüklüyor.
***
Bugün içinden geçmekte olduğumuz hayata baktığımızda, her şeyin adeta ters yüz edildiğini, hakikatin üzerinin örtülmeye çalışıldığını görüyoruz. Çünkü hiçbir şey yerli yerinde değil, insanlar kendilerine ait olan hayatı değil, daha çok ısmarlama bir hayatı yaşamanın derdine düşmüş durumdalar.
En trajik olanı da Müslümanların hali... Esas itibarıyla İslami düşünce ikliminden beslendiğine inandığımız Müslümanlar, maalesef bugün dinin temel ilkeleriyle tanımlanan biricik kimliklerini dünyasal metalarla yani zaman zaman mal ve mülkle, zaman zaman da makam ve mevki ile takas etmek durumunda kalmışlardır. Oysa biliyoruz ki, din özünde iman, ibadet ve ahlak alanıdır. Ne yazık ki günümüzde din birtakım ritüellere ve sembollere indirgendiği için, kimsenin ahlaklı ve vicdanlı olmak gibi bir derdi kalmadı.
Eminim ki, bugün İslami hassasiyetlere sahip pek çok insan esas itibarıyla bu özün farkındadır. Trajik olan, bu değerlerin artık Müslümanlar için bir anlam ifade etmiyor oluşudur.
Türk şiirini ayağa kaldıran, çağımızın yüz akı şairi Sezai Karakoç’un ‘Hızırla Kırk Saat’teki şu muhteşem dizeleri galiba biraz da bugünkü halimizi anlatıyor:
/Bu çok sağlam surlu şehirden de geçtim
Beni yalnız yarasalar tanıdı
Az kalsın bir bağ bekçisi beni yakalayacaktı
Adım hırsıza da çıkacaktı
Her evde kutsal kitaplar asılıydı
Okuyan kimseyi göremedim
Okusa da anlayanı görmedim
Kanunlarını kağıtlara yazmışlar
Benim anılarım gibi/
İnsanlığın tarih sahnesindeki seyrini dikkatle izlediğimizde, medeniyetimizin tecrübelerine daha yakından baktığımızda, yaşanan bunca acının başka acıları çekmemek üzere yaşandığı sonucuna varmak durumundayız. Ama ne yazık ki bazen tarihsel tecrübeler de bir işe yaramayabiliyor.
Müslümanlar olarak bugünkü halimize baktığımızda tarihsel birikimlerimizin, kültürel ve sanatsal değerlerimizin bizim için hiçbir anlam ifade etmediğini görüyoruz. Zira, İslami düşüncenin şu anda geldiği noktada medeniyet hafızamızla örtüşmeyen süfli bir görüntü ile malul durumdayız. Açıkçası hayatımızın bir yerlerinde bir yanlışlık var ama bunu bir türlü kendimize itiraf edemiyoruz.