Kabul etmesi zor belki ama çoğu kez farkına varmasak bile geçmiş travmalarımız geleceğimizi şekillendirmede önemli bir yer tutar. Freud’un ayrıntılarıyla ortaya koyduğu gibi hepimiz çocukluk dönemlerimizde yaşadığımız hayal kırıklıklarıyla hayatı tanırız. Bazen insan yetişkin olmakta zorlanır, yaşça değil ama akıl ve ruhça yetişkin olmak hiç kolay değildir.
Eğer bu yetişkin olamama hali toplumun çoğunluğu tarafından paylaşılan bir durum haline gelirse, çok olmanın getireceği sanal meşruiyetle birlikte giderek tek tek bireylerin sahip olduğu nitelikleri de örten çok farklı bir bütünsellik manzarası ortaya çıkar. İşte bu travmatik halin yarattığı öfke, tahammülsüzlük ve korkuların var ettiği güvensizliği susturmak için insan mutlak gücün sadece kendi uhdesinde olduğu gibi bir hezeyana kapılır.
Açıkça ifade etmek gerekirse Türkiye’nin şu anda giderek artan milliyetçi, otoriter ve hamasi söylemlere teslim olması, hayatının hiçbir döneminde travmalarıyla yüzleşemeyen bir yetişkinin, korkularından kaçmak için ergenlik ve çocukluk dönemi reregresyonuna benzemektedir.
Maalesef eğitim sistemimiz, genel olarak travmatik bir temel üzerine bina edilmiştir. Bu anlatıma göre atalarımız Orta Asya’dan gelerek bu topraklarda yedi düvele hükmeden muhteşem bir imparatorluk kurmuş, ancak Orta Asya’dan beri ‘dış güçler’ içerideki hainleri de kışkırtarak bu son toprak parçasını da parçalamak istemektedirler. Kadim Osmanlı medeniyetimizi de bu harici ve dahili şer odakları yıkmışlardır.
Bu travmanın adı değişik toplum kesimlerinde farklı olmakla birlikte, sonuçta aynı korkuda buluşmaktadırlar. Bu korkunun sağ siyasette okuması ‘dış güçler’, sol siyasette ise emperyalizmdir.
Bu sorunlu tarih okuması yüzündendir ki ne Osmanlı’yı ‘şanlı tarih’ masalı dışında anlayabildik, ne de Cumhuriyet’i… Bir anlayışa göre Osmanlı dünyaya hükmeden bir cihan devletiydi, Cumhuriyet geldi ve bizi medeniyetimizden kopardı. Bir başka anlayışa göre de Osmanlı ‘köhne’ bir yapıydı, Cumhuriyet bizi karanlıktan aydınlığa çıkardı…
Kuşkusuz iki anlayışın da doğruları ve yanlışları var. Elbette Osmanlı büyük bir devletti, pek çok alanda eserler üretti ve çağdaşlarına göre öncü konumdaydı. Ancak sonrasında bütün büyük medeniyetler gibi Osmanlı da miadını doldurarak tarihteki yerini aldı. Bu açıdan bakıldığında ‘Cumhuriyet bizi karanlıktan kurtardı’ tezi ne kadar sorunluysa, aynı şekilde ‘Cumhuriyet bizi medeniyetimizden kopardı’ tezi de o kadar sorunludur.
Bu çerçevede AK Parti milletvekili Mahir Ünal’ın kahve muhabbetinden öteye geçmeyen şu ifadeleri tarihi nasıl yanlış okuduğumuzu gösteren bir ibret vesikası niteliğindedir:
"Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye'de yaşanmıştır. Maalesef bir kültür devrimi olarak cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünmemizi yok etmiştir."
Bu ifadelerin doğru olduğu varsayımını kabul etmemiz durumunda, doğal olarak şöyle bir cümle kurmamız gerekir: Osmanlı’da dünya çapında büyük bilim insanları, filozoflar yetişmiş, bilimsel buluşlar gerçekleştirilmiş ve bütün dünya bizdeki teknolojik gelişmeleri gıpta ile izlemiştir.
Oysa biliyoruz ki ‘Osmanlı Medrese Sistemi’ modern bilim anlamında bir tek bilim insanı bile çıkaramamış ve bilimsel buluşlara imza atamamıştır. Hakkaniyetli olmak açısından hemen ifade etmek gerekirse, Osmanlı’da özellikle 16. Yüzyılın sonlarına kadar matematik, mimarlık, tıp ve denizcilik alanlarında bilginler yetişmiştir.
Nitekim zirvede olduğumuz Kanuni döneminde, Süleymaniye Camii’nin yapımında Mimar Sinan tarafından statik hesaplar yapılmış, Piri Reis’in haritası ve Mirim Çelebi gibi matematikçi ve gökbilimcilerimiz var. Ama şu da bir gerçek ki Osmanlı’da bir Kopernik, Galilo ve Kepler de yetişmemiştir.
Çünkü 16. Yüzyılda Avrupa’da gözlem, deney ve matematiğe dayalı bilimsel devrimler gerçekleşirken, bizde 16. Yüzyılın sonlarından itibaren pozitif bilimler medreselerin müfredatından çıkarılmıştır. Kısacası Osmanlı biterken biz maçı zaten çoktan kaybetmiştik…
Dolayısıyla şimdi çıkıp “Cumhuriyet bizi dilimizden, medeniyetimizden kopardı” söylemleri hamaset köpürtmesinden öte bir anlam taşımamaktadır. “Geçmişte hangi bilimsel ve teknolojik gelişmelerin altına imza atmıştık da yeni alfabeyle birlikte bağlarımız koparıldı?” diye sorsak, herhalde tek kelimelik bir cevap bile olmayacaktır.
Ayrıca unutmayalım, o koparıldığımızı söylediğimiz geçmişimizde okuma-yazma bilenlerin oranı yüzde onları bile geçmiyordu…