Hemen herkesin hayatında müziğin az ya da çok bir yeri vardır. Çok özel bir ilgisi olmayan ortalama bir insan bile hayatının belli zamanlarında Türk halk müziğinden sanat müziğine, arabeskten popa, bazen de Batı müziğinin değişik versiyonlarına kadar farklı müziklere ilgi duymuş ve dinlemiştir.
Doğal olarak ben de ilk gençlik yıllarımda farklı müzikler dinledim, hatta hafızlık yaptığım yıllarda ilahiler söyledim. Yani bir bakıma amatörce de olsa sesimin rengini tanımaya çalıştığımı söyleyebilirim.
Müzikle gerçek anlamda tanışmam ise ergenlik çağımın ilk kırgınlıklarını ve melankolisini yaşadığım yıllarda oldu. Lise son sınıfta üniversitede okuyan abilerin kaldığı bir evde Itri’nin “Tûti-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil” eseriyle, Mozart’ın Kırkıncı senfonisini ilk kez dinlediğimde kelimenin tam anlamıyla büyülenmiştim. Sanki içime akan bir ırmak vardı, günlerce defterlerimin kıyılarına duygusal cümleler karalayıp durdum.
***
Sonra üniversite yıllarımda müziğin başka kapıları açıldı önümde... Ve 1980’li yılların sonlarında bir bakıma ‘Cazın Picasso’su olan Miles Davis çaldı kapımı. Bu adam başka bir alemden geliyordu sanki... Şimdi, ilk kez Miles Davis’i dinlediğim akşamı hatırlamaya çalışıyorum da galiba şöyle demiştim kendime: Bugüne dek hiç müzik dinlememişim.
Döneminin en büyük sanatçısı olmasının yanısıra, yıllarca asla unutulmayacak bir müzisyendi Miles Davis. Çok geç vakte kadar kitap okuduğum gecelerde neredeyse sadece Miles Davis dinliyorum ve müziği içimde duyuyorum...
Modern cazın en yalın, özlü ve derinlikli trompet üsluplarından birini yaratan, doğaçlamalarındaki akıcılık ve lirizmle benzersiz bir etki uyandırır Miles Davis. Galiba cazın tarihini ikiye ayırmak gerekiyor; Miles Davis’den öncesi ve sonrası...
Davis, modern cazın üç ayrı evresinin başlangıcında, önde gelen yenilikçi müzisyenlerden oluşturduğu topluluklarla yeni eğilimleri buluşturdu ve çok önemli albümler yaptı.
Gil Evans, Gerry Mulligan ve Lee Konitz’le 1949’da yaptığı “Birth of the Cool”; Bill Evans ve John Coltrane ile 1959’da gerçekleştirdiği “Kind of Blue”; ve Joe Zawinul ve Wayne Shorter ile 1969’da yaptığı “Bitches Brew”.
Sadece kendi dönemi içinde değil, neredeyse her dönemde olağanüstü boyutlarda etkili olan bu plaklar, 1950’lerde “cool-jazz” üslubunun, 1960’larda modal (tarz, üslup) yaklaşımların ve 1970’lerde “jazz-rock” anlayışının bir bakıma kurallarını koyan çalışmalar olmuştur.
Miles Davis’in, 1960’larda piyanist Herbie Hancock, basçı Ron Carter, davulcu Tony Williams ve saksofoncu Wayne Shorter’dan oluşan Davis Beşlisi de cazın unutulmaz topluluklarından biri olarak tarihe geçmiştir.
***
Caz müziğinin akışını değiştiren Miles Davis’i ilk kez 1988’de İstanbul Caz Festivali’nde dinlemiştim, o gece benim için bir milattı. Eğer Davis’i canlı olarak dinlememiş olsaydım, herhalde çok hayıflanırdım. Bir daha İstanbul’a gelemeyecekti, çünkü 1991 yılında öldü.
Kimi dostlarım zaman zaman cazla ilgili yazdığım yazılardan dolayı, “Bu caz sevdası da nereden çıktı, hafız adam hiç caz dinler mi?” diye takılırlar. Ben de her seferinde “Evet hafızlar da caz dinler” diye cevap veririm. Eğer bir şekilde insanın yüreğine dokunmayı başaran evrensel sanat değerlerine yüreğinizin penceresinden bakmayı denerseniz, ben öyle yapmaya çalışıyorum çünkü; işte tam o gün müziğin, şiirin sesini içinde duyan herkes gibi hafızların da cazı, klasik Türk musikisini, halk müziğini, klasik Batı müziğini ve hatta rock müziğini en coşkulu halleriyle dinlediklerini anlayabilirsiniz belki...