Biliyorum içinde yaşadığımız günlerde Batı’nın ve Doğu’nun kültürel iklimini aynı yazı içinde değerlendirmek pek makbul bir durum değil. Zira kimsenin hayata bir medeniyet tasavvuru içinden bakma zahmetine katlanmak için ne zamanı ne de arzusu var. Herkes kendi dünyası dışındaki dünyaya gözlerini kapatmış pencereleri kapalı bir kulübede yaşıyor sanki...
İşte bu hakikati kendimizden uzaklaştırmanın ve kendi sınırlarımız içinde mahpus kalmanın en çaresiz halidir. Oysa kendi dillerinin sınırlarını ve varlıklarını genişletebilenler ancak özgür olabilirler. Çünkü özgürlük çok uzaklarda, ulaşılması imkansız bir şey değildir, hemen yanıbaşımızdadır. Dolayısıyla dünyayı anlamak sadece sözcüklerle değil, duyarlıkla mümkündür.
Sanat, dünya ile konuşma çabamızın bir ürünüdür. Ama zaman zaman içine hapsolduğumuz ideolojiler aklın ve duyarlığın etrafında duvarlar örerek sanatın akış yollarını kapatır. Bugün her zamankinden çok, dünyaya sanat eserlerinin penceresinden bakmaya ihtiyacımız var. Çünkü sanat eserleri dünyaya farklı bir noktadan bakmamızı sağlar.
***
Ne yazık ki git gide kendi içimize kapanıyoruz, adeta kendi yapay dünyamıza sürgün edilmiş durumdayız. Oysa bir insan için dünyayı, hayatı anlamaya çalışmak bizatihi varlığını olgunlaştırma çabasıdır aynı zamanda. Önemli olan kendi varlığımızın sınırlarını fark edip, dünyanın ritmine, müziğine katılmaktır.
Ben de bugünlerde aynen öyle yapıyorum ve gündüzleri Dede Efendi, geceleri Chopin dinliyorum.
Günlerdir Spotify’da kimbilir kaçıncı kez Chopin’in Nocturne’leri, Dede Efendi’nin “Yine bir gül nihal aldı bu gönlümü” çalıyor hatırlamıyorum. Son günlerde Dede Efendi ve Chopin birden en iyi arkadaşım oluverdi. Her dinlediğimde içimin huzurla dolduğunu hissediyorum.
Frederic Chopin’in Nocturne’lerini yağmurun camlara vurduğu bir gecede dinlemek insanı alıp götürür bir yerlere. Chopin’in naif ve kibar besteleri iki yüzyıl sonra bugün bile büyüsünden hiçbir şey kaybetmemiş sanki...
Bilindiği gibi Noktürn, hülyalı, romantik ya da duygulu karakterde, özgür biçimdeki piyano parçalarını tanımlamakta kullanılan şiirsel formdur. Gece müziği anlamında kullanılır. Aslen gece olan, gece yaşanan fakat güneşin doğuşuyla hepsinin yok olduğu olguların bütünü manasındadır. 1700’lerin sonlarına doğru geceleri açık havada icra edilmek üzere nefesli ve yaylı çalgılar için yazılmıştır. Bir tür “serenat”tır.
40’ına varmadan hayatı son bulmuş kısacık bir ömür... Hastalıklarla, savaşla, aşkla, müzikle dolu inişlerle çıkışlarla geçen bir hayat hikayesi…
***
Bir klasik müzik dâhisi olan Frederic Chopin, yurdundan ayrılırken kalbini de Rus işgali altındaki vatanı Polonya’da bırakarak gitmiştir.
Ve İsmail Dede Efendi... Her dinlediğinizde deruni bir iklimde kanatlanıp uçtuğunuzu hissedersiniz. Elemi, ızdırabı, neşeyi, aşkı, muhabbeti, sevgiyi besteleştiren ve ebedileştiren bir dahi...
Kuşkusuz Dede Efendi sadece kudretli bir bestekâr değil, aynı zamanda bir hoca, ayin han, nathan, hanende, neyzen, kendinden öncekilerin eserlerine vakıf mükemmel bir yorumcu. Bestelerinde klasik üslubu hep korumuştur. İsmail Dede klasik musiki geleneğine bütün boyutlarıyla vakıf olmakla beraber, bu geleneğin dışına taşmadan geleneksel musikiyi Batı müziğiyle mecz ederek yepyeni şarkılar, eserler yaratmıştır. Bunlar arasında hepsi rast makamında olan “Yine bir gül nihal aldı bu gönlümü“, “Gözümde daim hayal-i cana“, “yüzündür cihanı münevver eden“ mısralarıyla başlayan şarkıları gelir. Musikinin imkanları içinden baktığımızda Dede’nin iki ayrı cephesini görürüz. Birincisi, Türk musikisinin ana damarını oluşturan ‘Klasik Mektep’, ikincisi ise Batı’dan esen rüzgarı içselleştirerek yadırgamadan teneffüs eden Dede...