İnsan hakları temelinde hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistem inşa edemediği için kendi dışında sürekli düşmanlar üreten, yüzyıllar öncesinin uygulamalarını ‘din’ diye ihya etmeye çalışan bugünkü Müslüman toplumların perişan hali hepimize bir şeyler söylemeli.
Geçmişi aynen tekrar ve taklit etmeye devam ettiğimiz sürece yaşadığımız çağı gereği gibi idrak edemeyeceğimiz muhakkak. Kuşkusuz geçmişte neler olup bittiğini bilmek, bugün neler yapabileceğimizi anlamak açısından önemli. Ancak esas önemli olan, tarihsel süreç içindeki iyi ve kötü şeyleri birbirinden ayırabilecek çağdaş bir bilince sahip olmaktır. Zira dünyayı etkileyen alt üst oluşları, büyük dönüşümleri ve halen hayatımızı derinden etkileyen değişimleri anlamadan günümüz dünyasında istikamet belirlemek mümkün değildir.
Yapay zeka çağında “Medeniyetimizi yeniden ihya ediyoruz, büyük dirilişin arefesindeyiz” gibi hamasi hayallerle ya da “taharetin edepleri”, “sakalın faziletleri” gibi bir din diliyle 21. Yüzyıl insanına bir şey anlatamayız. Unutmayalım ki uygulama örnekleri 3. Yüzyılda kalmış bir Müslümanlık anlayışının günümüz dünyasında bir karşılığı bulunmamaktadır ve kullandığımız bu dil kimsenin umurunda değildir. Ne yazık ki yaşadığımız çağda, dini hala geçmiş yüzyılların anlayışıyla değerlendirmeye çalıştığımız için de düşünce hayatımız, bilimsel, kültürel ve sanatsal hayatımız büyük bir yoksunluk içindedir.
Erişilmesi mümkün olmayan bir model olarak zihin dünyamızda yaşattığımız “Asrı Saadet” kavramını bugünün diliyle anlamlandıramadığımız için kullandığımız bütün İslami kavramların, kurumların ne yazık ki gerçek dünyada bir karşılığı bulunmamaktadır.
Oysa biliyoruz ki İslam’ın iki temel kaynağı olan Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetinde somutlaşan dinin evrensel mesajı yüzyıllar içinde farklı toplumlarda, farklı kültürlerde ve farklı coğrafyalarda değişik biçimlerde uygulanmış ve farklı örnekler ortaya çıkmıştır. Eğer dinin evrensel mesajını geçmişteki bir döneme hapsederek o günün örneklerini esas alarak bir din dili inşa etmeye kalkarsak, bugün elimizde gerçek İslam değil, Emevi, Abbasi, ya da Osmanlı İslam’ı kalır.
İşte bu yüzden yüzyıllar içinde yaşanan değişimleri ve büyük dönüşümleri doğru anlama ve anlamlandırma zarureti bulunmaktadır. Eğer yaşadığımız çağın insanlarına İslam’ın söyleyecek bir sözü olduğuna inanıyorsak, geçmişi putlaştırmadan ve de belli dönemlerdeki uygulamaları dinin esası gibi görüp bugün aynen ihya etme gayretkeşliğinden kurtulmak gerekiyor. Zira değişimi anlamadan dini de, bugünü de anlamak mümkün değildir.
İlk dönem Müslümanlarından bugüne uzanan değişim çizgisini anlatması açısından Hz. Ömer’le ilgili şu örnek son derece çapıcıdır. Hz. Ömer’in köle pazarında üzerini örten bir cariyeyi gördüğünde ona elindeki değnekle dokunarak “Ey cariye! Üzerindeki örtüyü aç, hür kadınlara mı benzemek istiyorsun” dediği rivayet olunur. Nitekim Hanefi mezhebine göre cariyenin başörtüsüz namaz kılması gerekir. Maliki mezhebinde ise kadınların örtünmesi ile ilgili Kur’an ayetleri, sadece hür kadınlara mahsustur ve cariyenin avreti ise erkek gibi diz kapağı ile göbeğinin arasındadır.” (Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, İlahi Hikmette Kadın, syf:257,vd. İşaret Yay., 1995-İST. )
Herhalde şimdi bu örnekten hareketle kölelik kurumunu savunacak halimiz yok. Dolayısıyla bu örneği, o dönemin kültürel ve geleneksel şartları içinde değerlendirmek zorundayız. Nitekim İslam köleliği kaldırmış ve değişim devam etmiştir. Kısacası dünyanın saati Asrı Saadet döneminde durmuş değil, dünya dönüyor ve değişim devam ediyor.
Hal böyleyken, geçmişi ihya edeceğiz diye saatlerimizi geçmiş yüzyılların saatlerine ayarlamak zorunda değiliz. Ayrıca bu geçmişe sevdalanma hikayeleri genç kuşakları hiç mi hiç ilgilendirmiyor.
Bilelim ki “dış mihraklar”, “büyük güçler” edebiyatıyla refah, huzur, güven, adalet ve özgürlüklerin sağlandığı bir toplum oluşturamayız. Dolayısıyla artık dava, diriliş, medeniyet, mefkure gibi afaki kavramları bir kenara bırakarak bugünün diliyle konuşmak zorundayız. Aksi taktirde “yeniden tarihin akışını değiştirecek bir aktör olmak” gibi tamamen ütopik hayallere yaslanarak dünya ile kavga etmenin, Müslüman toplumların içinde bulunduğu perişan hali düzeltmesine hiçbir katkısı olmayacaktır.
Zira sürekli geçmişe atıf yaparak oluşturduğumuz yapay dünya, İslam ülkelerinin insanlarını işsizlikten, ayrımcılıktan, özgürlük fukaralığından, şiddet dilinden ve hamaset kültüründen, taciz haberlerinden, kadın cinayetlerinden kurtarmaya yetmiyor.