Biliyorum başkan seçildiği günden bu yana Trump’a güzellemeler yapan, Amerikan ‘derin devleti’nin Trump’a komplo kurmaya çalıştığı gibi masallara bel bağlayan Türkiye’deki iktidara iliştirilmiş medya üzülecek ama, galiba dünya bir ırkçı diktatörden kurtulmak üzere...
Henüz kesin sonuçlar belli olmamakla birlikte ortaya çıkan sonuçlar, Biden’ın kazanmaya çok yakın olduğunu gösteriyor. Biden kazanıyor diye mutluluk şarkıları söylemek gibi bir niyetim yok elbette, benim tek arzum; dünyanın ‘Trump kabusu’ndan kurtulması. Bu çerçevede Biden’ın önceki gün sabah yaptığı konuşmadaki şu ifadeyi demokrasi açısından son derece değerli buluyorum: “Kimse demokrasiyi elimizden alamaz.”
Bu arzumu kim nasıl değerlendirir bilemem, ama açıkça ifade etmeliyim ki dört yıldır Amerika’nın azılı ırkçı, yalancı, demokrasi ve hukuk düşmanı bir ihtiyar tarafından yönetiliyor olması kanıma dokunuyordu. Bu yüzden de hiç öyle pırıltılı bir başkan adayı olmamasına rağmen, demokratik değerler hatırına Biden’ın kazanmasından yanaydım. Çünkü Trump kabusunun bitmesiyle birlikte, dünyanın en azından nefes alması umudunu taşıyorum.
Ancak şu da bir gerçek ki, Biden kazansa bile Amerika’nın yarısının Trump gibi bir yalancıya inanıyor olması doğrusu dünyanın geleceği açısından biraz endişe verici. Zira bunun anlamı Amerikan halkının önemli bir bölümünün cahil ve hukuk tanımaz bir otoriter tarafından yönetilmeyi talep ediyor demektir. İşte esas trajedi de bu noktada başlıyor, zira toplumların giderek böylesine ırkçı ve düşmanlaştırıcı liderlere yönelmesi, dünyanın yeniden büyük acılar, trajediler yaşayabileceği anlamına gelmektedir.
Dört yıl boyunca yaşanan tecrübeler gösterdi ki Trump, tarihteki en açık İslam karşıtı söylemi dile getiren ABD başkanı oldu. Oysa daha önceki başkanlar en azından terörizmle İslam’ı ayıran bir dil kullanmışlar, terörle mücadelenin İslam’a karşı değil, teröristlere karşı olduğunu ifade etmişlerdi. Trump sadece Müslümanlara değil, bütün yabancılara, göçmenlere karşı da açık bir nefret politikası uyguladı. Şunu da bir yere not etmek gerekiyor ki bu nefret politikalarının ve en önemlisi de demokrasi düşmanlığının ABD’de ciddi bir müşterisi varmış.
Kuşkusuz hiçbir kural ve ilke tanımayan Trump sadece demokrasinin altını oymakla kalmadı, aynı zamanda Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak İsrail’e tarihte görülmemiş bir şekilde verdiği destekle Ortadoğu’daki bütün dengeleri zehirleyen bir başkan oldu. Trump dönemiyle ilgili Türkiye açısından en büyük talihsizlik ise, gerek İslam karşıtlığı, gerekse İsrail politikaları konusunda ciddi bir itirazın gelmemiş olmasıdır. Oysa Türkiye’nin yakın siyasi tarihine baktığımızda hemen bütün hükümetler, iktidarlarını kaybetme pahasına ülke menfaatleri söz konusu olduğunda Amerika’ya karşı ilkeli duruş sergilemeyi tercih etmişlerdir.
Bu vesileyle son iki gündür iktidara iliştirilmiş medyada Trump sevdalılarının sergilediği içler acısı durumu gördükçe doğrusu Türkiye adına umutsuzluğumun bir kat daha arttığını belirtmem gerekiyor. Utanmasalar “Trump giderse Kudüs kaybeder, İstanbul kaybeder, Saraybosna kaybeder” diyecekler...
Bu sefil hale şaşırıyor muyum, hayır... Zira biliyoruz ki hiçbir zaman Trump’ın ırkçılığından, İslam karşıtlığından rahatsız olmayan bu tayfa, Trump Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret mektubu yazdığında da aynı şekilde hız kesmeden Trump yalakalığına devam etmişlerdi.