Milletlerin hayatında milat niteliği taşıyan tarihi dönüm noktaları vardır. İstanbul’un fethi de bir medeniyet ufku olması açısından yeni bir çağın kapılarını aralayan bir tarihin adıdır.
Milletine bir imparatorluk kazandırmak için denize at süren genç hükümdarın en büyük rüyasıdır İstanbul’un fethi...
Tarihimizdeki büyük fetihleri, millet olmamızı sağlayan başarı hikayelerini fevkalade önemserim, ama ‘şanlı tarih’ masallarının geleceğe bakışımızı perdelemesine aynı sıcaklıkta baktığımı söyleyemem.
İstanbul’un fethinin yıldönümünü kutladığımız şu günlerde ruh iklimimi zenginleştirmek için şairlerimizin, edebiyat tarihçilerimizin eserlerine yeniden bakmaya çalışıyorum. Her zaman o nefis Türkçesine hayran olduğum Nihat Sami Banarlı’nın fetihle ilgili makalelerini okurken çok önemli bir ayrıntıyı fark ettim.
Nihat Sami Banarlı “İstanbul’un Fethi’nin 520. Yılında” adlı makalesinde büyük şairimiz Yahya Kemal’le Ziya Gökalp arasında geçen bir konuşmayı naklediyor. Yahya Kemal, bir gün Ziya Gökalp’i çok düşünceli bulmuştu, sebebini sordu. Aldığı cevap şöyleydi: “Tarihi araştırıyorum. Biz, büyük hükümdar, cihangirler yetiştirmişiz. Büyük amirallerimiz, şairlerimiz, mimarlarımız var. Fakat tarihimizde büyük bir feylesof bulamıyorum! Mamafih aramaya devam ediyorum. Onu da bulacağım!..”
Yahya Kemal bu endişeyi, şu nükteli cümle ile karşılamıştı: “Boşuna aramayınız, Ziya Bey, biz fatih bir milletiz. Felsefe yapmamışız ama, fetih yapmışız. Eğer fetih yapacağımız yerde felsefe yapsaydık, şimdi, hala Sibirya’daydık.”
Evet fetih sonucu elde ettiğimiz bu güzel şehirde olmak, elbette bütün şiirlere bedel... Yahya Kemal’in de belirttiği gibi hala Sibirya’da olmak istemezdik. Dolayısıyla büyük şairlere, büyük mimarlara sahip olmaktan bir şikayetimiz yok. Ama keşke hayatı sorgulayan, yeni anlam dünyalarını keşfeden, eleştirel ve rasyonel aklın önünü açan filozoflara da sahip olabilseydik.
Maalesef zihin dünyamız, kültürel kodlarımız hep fetihlere, şanlı tarih yürüyüşlerine ayarlı olduğu için, kurduğumuz imparatorlukların önemli bir bölümünde bilimin ve fikri tekamülün önünü açan rasyonel bir karakter kazanamadık. Bu yüzden de neredeyse yüzyıllardır şanlı tarih masalları anlatıp, gelişmiş dünyanın icat ettiği nimetleri camın dışından yalamaya devam ediyoruz.
Eğer bizim de filozoflarımız, dünya çapında bilim insanlarımız olsaydı belki bugün İstanbul’un fethinin yıldönümünde “Camileri yeniden fethediyoruz” sloganıyla değil, bilim insanlarımızın ürettiği yeni bilimsel gelişmeler ve teknolojilerle övünürdük.
Eğer bugün büyük düşünce insanlarımız, dünya çapında müzisyenlerimiz, mimarlarımız olsaydı Kovid-19 salgını yüzünden büyük ekonomik sıkıntılar yaşayan insanların derdine çare üretmek yerine, 29 Mayıs’ta hamasetten siyaset üretmeye ihtiyaç duymazdık...
Ne yapalım ki biz böyle bir milletiz ve galiba makus talihimiz çok kolay değişmeyecek. Her şeye rağmen Yahya Kemal’in “Bir Başka Tepeden” şiirindeki o uzun rüyada olmak güzel...
/Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan./