Son dönemde kutuplaşma üzerinden üretilen faşizan görüntüler hepimizin geleceği açısından büyük bir tehlike arzediyor.
Maalesef fanatik ve saldırgan bir zümre adeta düşman yaratmak için dini duyarlıkları bile kullanmaktan çekinmiyor. Ancak her şeye rağmen şükretmek gerekiyor ki toplumun büyük bir kesimi, bu küçük faşizan zümrenin kışkırtmalarına itibar etmiyor.
Bu azgın azınlığın ülkeye verdiği zararları telafi etmek hiç kolay olmayacak elbette. Zira bu güruh kendisini hiçbir dini değerle bağlı hissetmiyor ve bütün ahlaki bariyerleri yerle bir ediyor. İcat ettikleri “kutsal dava” adına İslami ilkeleri, ezan, bayrak gibi değerleri hoyratça kullanmaktan çekinmiyorlar.
Öyle ki “Bu Dava’nın Liderine, erlerine, çaycısına, bayrak asan çocuğuna sahip çıkın... Omuzlarda insanlık tarihinin en ağır yükü var, ya “Allah” diyerek ayağa kalkacağız, ya da İslam’ın zaferi 100 yıl ertelenecek...” benzeri ifadelerle toplumun bir kesimini sanki bu değerlere karşıymış gibi göstererek müthiş bir ayrımcılık rüzgarı estiriyorlar.
En küçük eleştiride bulunanları bile kökü dışarıda hain, dış güçlere çalışan ajan ya da kılıç artığı olarak yaftalıyorlar. Talihsizlik o ki, toplumu ifsat eden bu ayrımcı politikaların medya üzerinden icra ediliyor olmasıdır. Şu anda medyanın önemli bir bölümünde görev yapan infaz ekibinin zehirli dilini gördükçe, insan ister istemez Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in şu sözlerini hatırlamadan edemiyor: “Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk sunayım.”
Goebbels’e kadar gitmeye hiç gerek yok aslında, zira ahlaki çürümenin sembolü haline gelen Türk medyasının da artık Goebbels’leri var ve kurdukları itibarsızlaştırma mekanizmalarıyla Goebbels’e de, FETÖ’ye de rahmet okuturlar. Bu konudaki en çarpıcı örnek, şu günlerde sosyal medyada ‘beka’ mücadelesi(!) veren Türk bayraklı troller, medyadaki tetikçi abilerinin yolundan giderek kendileri gibi düşünmeyen kadınların iffetlerine, namuslarına dil uzatmayı ‘vatanseverlik’ ve ‘dindarlık’ sanıyorlar.
Esas acı olanı da, “İslam’ın zaferi” sloganlarıyla dindar-muhafazakar kesimlere kutsal hedefler çizmeye çalışan hayal tacirlerinin, ya da ‘dava’ önderlerinin kadınlara yönelik tacizler karşısında sessizliğe gömülmeleridir. Doğrusu çok merak ediyorum ahlaki değerleri önemsediğine inandığım AK Parti’den kurumsal anlamda, bu iffet tacirlerine bir kınama gelmeyecek midir? (Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in itirazının altını çizmek gerekiyor.)
Her türlü ahlaki sapmalar karşısında titiz davranan Diyanet İşleri Başkanlığı kadınlara dil uzatan ahlak fukaralarını lanetleyen bir açıklama yapmayacak mıdır?
Geçmişte İslami duyarlığa sahip olduklarına inandığım bazı vakıflardan ahlaki çürümeye ilişkin bir tepki beklemiyorum, zira onların artık ahlakla bir işleri kalmadı...
Hemen belirtelim, dini ve kutsal değerleri köpürterek toplumu “hainler” ve “vatanseverler” diye kutuplaştıran ve bütün tezlerini yalan üzerine bina eden bu faşizan zümrenin gerçek dindarlık bilinciyle de, Muhammedü’l-emin vasfıyla anılan Hz. Peygamberin vazettiği dinle de bir alakası olamaz. Dolayısıyla bu din soslu faşist güruhu, rahmet dini olan İslam’dan kesinlikle ayrı tutmak gerekiyor.
İnanıyorum ki geçmişte sayısız acılı tecrübelerle sınanan bu toplum, kendi çıkarları için ‘din-vatan-bayrak’ şarlatanlığı yapanlara rağmen birlikte yaşamanın formüllerini üretecektir. Bu konuda Hz. Peygamberin ortaya koyduğu örnekler en önemli rehberdir. “Allah’ın Rasülü’nün hasta olan bir Yahudi’yi ziyaret etmesi ve bir Yahudi cenazesi için ayağa kalkarak hürmet göstermesi hepimizce malum hadiselerdir. Hz. Peygamber’in ayağa kalktığı cenazenin Yahudi bir kişiye ait olduğunu hatırlatanlara verdiği ‘Bu da bir insan değil mi?’ şeklindeki cevabı, insana sırf insan olduğu için saygı gösterilmesi gerektiğinin fiili bir örneğidir.” (Ali Bardakoğlu, Yüzleşme, s.171)