Erdoğan yeni partileri engelleyebilir miydi?

Mehmet Ocaktan

Türkiye çok partili hayata geçtiği günden bu yana değişik partiler kuruldu, kapandı, yerine yeni partiler kuruldu, kimi partiler isim değiştirdi, kimi partiler de siyasi hayata veda ettiler. Yakın tarihimizde yani 2002 seçimlerinde bazı partiler adeta dip yaparak, bir bakıma sandıkta sıfırlanmış oldular.

Hepimizin bildiği gibi 2002 3 Kasım seçimlerinin en bariz özelliği, henüz kuruluşunun üzerinden bir yıl bile geçmeyen AK Parti’nin tek başına iktidar olmasıdır. CHP dışında bütün partilerin parlamento dışı kaldığı o seçimler aynı zamanda Türk siyaseti açısından da yeni bir dönemin başlangıcıydı. AK Parti’yle birlikte Türkiye hem yeni bir siyaset etme üslubuyla tanışmış, hem de dindar köklerden beslenen siyasi bir kadroyu iktidarda deneme şansını yakalamıştı.

Artık hikayeyi hepimiz biliyoruz, AK Parti gerek özgürlükler, insan hakları, hukukun üstünlüğü konusunda attığı reformist adımlar, gerekse kalkınma hamleleriyle özellikle 2011 yılına kadar Türkiye’yi demokrasi liginde bir üst aşamaya taşımada önemli başarıların altına imza atmış bir iktidar oldu.

Zaman zaman AK Parti’nin pozitif olarak değerlendirdiğimiz bu dönemiyle ilgili yapılan bazı itirazların altını özellikle çizmek gerekiyor. Deniyor ki: “Aslında AK Parti’nin bu tür demokratik hedefleri yoktu, toplumu ikna etmek için bir süreliğine değişimci bir fotoğraf verdiler, gücü elde edince de demokrasi treninden indiler.” Her şeyden önce hakkaniyetli bir bakış açısı, bu yaklaşıma itiraz etmeyi gerektirir. Bir kere hiçbir iktidar laf olsun diye demokratikleşme yasaları çıkarmaz ve göz boyamak için Türkiye’yi ekonomide bir üst lige taşımaz. Dolayısıyla bu negatif yaklaşımı iyi niyetli görmek mümkün değildir.

Ama bugün geldiği noktaya itiraz edebiliriz. Maalesef son beş yılda herkesin yakinen tanık olduğu gibi, aynı AK Parti o reformist kimliğini arşivlere emanet ederek, tıpkı CHP’nin tek parti dönemlerini çağrıştıran bir üslupla siyaset eder hale gelmiştir, işte bu gerçek...

Artık şunu biliyoruz, 2020 Türkiye’sinde AK Parti de içinde bulunduğu halden çok mutlu değil. Aslında parti teşkilatlarının en alt birimlerinden en tepeye kadar herkes, AK Parti’de bir sonbahar döneminin yaşandığını görüyor ve bu yüzden de çok mutsuz. Mutsuzlar çünkü AK Parti’ye gönül veren insanlar görüyor ki, bu parti gerek ifade özgürlüğü, gerek basın özgürlüğü, gerekse hukukun üstünlüğü gibi demokratik değerler konusunda artık aynı hassasiyetlere sahip değil. Daha da önemlisi, AK Parti’nin yolsuzluk ve usulsüzlük gibi negatif algılarla birlikte anılıyor olmasıdır.

Ayrıca Şimdiki AK Parti’nin siyasal duruşu da başka bir fotoğrafa işaret ediyor. Mesela partinin kurucu babalarından birisi olan dışişleri bakanlığı, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış olan Abdullah Gül, yıllarca ekonominin patronluğunu üstlenmiş ve arkasında temiz bir isim bırakmış olan Ali Babacan ve yine başbakanlık yapmış olan Ahmet Davutoğlu artık AK Parti’de değil...

Bundan beş yıl önce kimse, AK Parti’nin bugünlere gelmesinde büyük emekleri bulunan, Tayyip Erdoğan’la birlikte yürüyen bu isimlerin yeni partiler kurma girişimi içinde olacağını hayal bile edemezdi. Ama yollar ayrıldı ve bilindiği gibi geçtiğimiz ay Ahmet Davutoğlu partisini (Gelecek Partisi) kurdu. Ali Babacan ve arkadaşları da yeni parti için son hazırlıkları yapıyorlar.

Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu yeni partilerin kurulmasını engelleyebilir miydi? Engelleme derken, elbette zecri bir tedbirden söz etmiyorum. Galiba bu cümleyi şöyle kurmak gerekiyor; eğer Tayyip Erdoğan isteseydi yeni partilerin kurulmasına ihtiyaç olmazdı, yani ne Ali Babacan, ne de Ahmet Davutoğlu parti kurmazlardı. Gerek Davutoğlu’nun parti kuruluş bildirgesinde yer alan ifadelere, gerekse Babacan’ın KARAR’daki röportajı ve Haber Türk’teki değerlendirmelerine baktığımızda, aslında AK Parti’nin kuruluş ilkelerinin daha modernize edilmiş halini görürüz.

Şundan eminim ki, eğer reformcu kimliği ile tanıdığımız Tayyip Erdoğan yeni partilerin dillendirilmeye başladığı ilk günlerde ya da sonrasında bir sabah çıkıp; “Beyler bir dakika biz bu yola birlikte çıktık, bugün geldiğimiz noktada biraz şartların da zorlamasıyla kuruluş ilkelerimizin uzağına düşmüş olabiliriz. Ama biz hukukun üstünlüğünü hakim kılmak istiyoruz, özgürlüklerden asla taviz veremeyiz, hakkaniyete ve liyakate önem vermek zorundayız, dolayısıyla hiçbir arkadaşımızla yollarımızın ayrılmasına gönlümüz razı olmaz” deseydi, herhalde hiçbirisi yeni partiler kurmak için yollara düşmezdi. Ama tabii ki söylemin eyleme dönüşmesi şartıyla...

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (70)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.