Bu köşede değişik zamanlarda AK Parti’nin kendi kuruluş felsefesinden uzaklaşarak başka bir istikamete yöneldiğine ilişkin önemli eleştirilerde bulundum. Halen de bu görüşlerimi muhafaza ediyorum, eğer AK Parti kendi makuliyet çizgisine dönemezse hem uzun vadede kurumsal kalıcılığını sağlayamaz hem de herkesin kendisini güvende hissedeceği bir huzur ortamı inşa edemez.
Özellikle son beş yılda AK Parti’de yaşanan istikamet savrulması, Türkiye’yi ekonomide, hukukta, özgürlüklerde bizzat kendisinin sağladığı kazanımları bile heba eden gerileyişi beraberinde getirmiş bulunuyor.
28 Mayıs sonrasında muhalif kesimler dahil herkes için, seçimden bir kez daha başarı ile çıkmış bir AK Parti iktidarının son yıllarda izlediği iktidar tarzında bir değişiklik olup olmayacağı merak konusuydu. Bu açıdan bakıldığında, iktidar cenahında yaşanan vitrin değişikliklerinin “Acaba AK Parti gerçek kimliğine geri mi dönüyor” şeklindeki bazı soruları gündeme getirdiğini de belirtmek gerekiyor.
Esas itibariyle derin ekonomik krize, yoksulluğa, yolsuzluk ve hukuksuzluk algısına rağmen sandıkta toplumun onayını almış bir iktidarın mevcut uygulamalarından vazgeçmesini beklemek de çok mantıklı olmayabilir. Ayrıca, “Faiz sebep, enflasyon sonuç” politikalarına milletin bir itirazı yoksa, iktidar neden değişim ihtiyacı hissetsin ki…
Ama öyle anlaşılıyor ki AK Parti’nin de bu politikalara bir itirazı varmış ki ekonominin başına Mehmet Şimşek’i getirerek rasyonel politikalara dönüş adımı attı. Birileri bunun sadece bir görüntüden ibaret olduğunu, dolayısıyla Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar savunduğu politikalardan asla geri dönmeyeceğini söyleyebilir, nitekim bu konuda çok sayıda eleştiri de var zaten...
Ancak hemen belirtelim, Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece kabinede Mehmet Şimşek, Hakan Fidan, Ömer Bolat ve Ali Yerlikaya gibi makul isimlere yer vermekle yetinmedi, Meclis Başkanlığına Numan Kurtulmuş’u ve en önemlisi de partide doğrudan Erdoğan’ı temsil eden Genel Başkan Vekilliği makamına Efkan Ala’yı getirerek önemli bir değişim adımı atmış oldu.
Dahası, ekonomideki rasyonelleşme adımlarına paralel olarak şu günlerde yeni bir ‘hukuk reformu’ hazırlığı yapıldığı yönünde AK Parti’den bilgiler geliyor.
Kuşkusuz reform adımlarının inandırıcı olabilmesi için özellikle yargının üzerindeki siyaset gölgesinin kaldırılması yönünde somut adımların atılması şart. Sonuç alıcı siyaset üretmede son derece tecrübeli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan da bilir ki ekonomi ve hukuktaki değişim paralel bir çizgide ilerlemezse, uluslararası finans çevrelerinde Türkiye’ye ilişkin ‘güven’ duygusunun sahici bir karşılık bulması çok kolay olmayacaktır.
Evet bugüne kadar dillendirilen reform söylemleri hayata geçirilemediği için toplumdaki beklenti düzeyi düşük olabilir, hatta insanlar iktidarın inandırıcılığını da sorgulayabilirler. Ancak ekonomideki rasyonalite adımlarının sıhhati açısından, bu kez ciddi bir reforma ihtiyaç olduğu da kesin.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek kabinede, gerekse parti vitrininde gerçekleştirdiği değişim adımlarına hemen karşı çıkmak yerine, Türkiye’yi de rahatlatacak adımlara pozitif bakmakta yarar var.
Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu değişim adımları bizi şaşırttı mı?
Doğrusu şaşırmadım desem yalan olur, özellikle son beş yılda sergilenen ağır siyaset dilinden, muhalefeti kötücülleştiren, dahası neredeyse bütün demokratik dünyayı ‘dış güçler’ parantezine alarak parmak sallayan politikalardan sonra AK Parti’nin gerçekten makul politikalara dönmesinin zor olduğunu bilmekle birlikte imkansız olduğunu da düşünmüyorum.
Zira biliyoruz ki AK Parti iktidarı, bugün hayal gibi gözüken rasyonel ekonomi politikaları, ‘hukukun üstünlüğü’ ve özgürlükler konusunda geçmişte ciddi adımlar atmış ve bunları başarabileceğini icraatlarıyla ortaya koyabilmiş bir partidir.
Ayrıca unutmayalım, Tayyip Erdoğan pragmatist bir siyasetçidir, eğer karar verirse yarın kolları sıvayıp ekonomide, hukukta, dış politikada Türkiye’yi rahatlatacak adımları atmaktan çekinmeyecektir.
Elbette Erdoğan’ın hepimizi şaşırtmasını çok istiyoruz, ancak her şeye rağmen ihtiyatlı bir iyimserlik içinde olmakta da yarar var. Zira son yıllarda yaşadığımız tecrübeler, bize erken hayallere kapılmamamız gerektiğini öğretmiş bulunuyor.