Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, MÜSİAD Fuarı ve Uluslararası İş Forumu Kongresi'nde yaptığı konuşmada, bir eski Türkiye fotoğrafı çizmiş ve bütün kötülüklerin müsebbibi olarak da CHP’yi göstermişti. Önce Erdoğan’ın sorduğu şu sorulara bakalım:
-Başbakan’ın önüne fırlatılan bir anayasa kitapçığının, Türkiye ekonomisine bindirdiği ağır faturayı nasıl unutabiliriz?
-Kelebek ömürlük koalisyon hükümetlerinin vesayete davetiye çıkardığını nasıl unutabiliriz?
-Sermayenin renklere bölündüğü o kara günleri nasıl unutabiliriz?
-Sırf inancı, başörtüsü siyasi görüşü, dolayısıyla insanımızın kendi vatanında parya olarak görüldüğü eski Türkiye’yi nasıl unutabiliriz?
Evet bu sorulara elbette kimsenin bir itirazı olamaz. Zaten Türkiye o günlerde böylesine gerici uygulamalara maruz kalmasaydı, bugün AK Parti diye bir parti de olmazdı… Nitekim 2002 seçimlerinde millet, bütün partilerin biletini keserek evine gönderdi ve AK Parti ile yeni bir dönem başladı.
İşin özeti şu; AK Parti ile eski defterler kapatıldı ve yeni bir Türkiye başladı. Ancak, yeni Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın soruları üzerinden okuduğumuzda, hiç de iç açıcı bir Türkiye’de yaşadığımızı söylemek ne yazık ki pek mümkün değil. Gelin, bu sorular bağlamında kısa bir iki Türkiye karşılaştırması yapalım.
Erdoğan’ın ifadesiyle eski Türkiye’de başbakanın önüne fırlatılan anayasa kitapçığı ekonomiye ağır bir fatura çıkardı.
Yeni Türkiye’de ise “Faiz sebep enflasyon sonuç” fantezisi yüzünden ekonomi büyük bir krize girdi, orta ve alt gelir grupları fukaralığa mahkum oldu. Ve bütün bir toplum, hala derin bir yoksulluk yaşıyor.
Cumhurbaşkanının da belirttiği gibi, eski Türkiye’de koalisyonların vesayete davetiye çıkardığını biliyoruz. Yeni Türkiye’de de siyasetin, yargının ve bütün kurumların üzerine çöken “alaturka rejim vesayeti” yüzünden hukuk yaralı, adaletse sizlere ömür… Öyle ki yeni Türkiye’de millet iradesine artık kayyım bile atanabiliyor.
Eski Türkiye’nin en çarpıcı örneklerinden birisi olan 28 Şubat döneminde ‘sermayenin bile renklere bölündüğü’ bir gerçek ama bu durum, yeni Türkiye’nin renkleri de aşan kayırmacılığını örtmeye yetmiyor. Öyle ki artık yeni AK Parti döneminde ballı ihalelerle rantta saltanat günleri yaşayan imtiyazlı şirketler, yap-işlet ihaleleriyle hem hak ettiklerinin ötesinde devlet imkanlarını kullanıyorlar hem de vergi aflarına mazhar olabiliyorlar.
Eski Türkiye’de başörtülü öğrenciler için üniversite kapılarında ‘ikna odaları’ kurularak genç kızların eğitim haklarının ellerinden alındığını unutmadık ama yeni Türkiye’de ‘bizden olmayanlar’ a en doğal hakları olan ifade özgürlüğü hakkının bile çok görülmesini, insanların en küçük bir itiraz ve eleştirileri yüzünden takibata uğramasını da mazur göremeyiz.
Devlet adamlığı meselesini bir tarafa bırakarak bir değerlendirme yaptığımızda, çok net olarak söylemek gerekiyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan adeta ‘yenilmez armada’ olarak tanımlanabilecek usta bir siyasetçi.
Eğer muhalefet iktidar yarışını kazanmak istiyorsa, öncelikle Erdoğan’ın siyaset yapmadaki bu gözü karalığını iyi analiz etmesi gerekiyor. Mesela cumhurbaşkanının “eski-yeni Türkiye’ karşılaştırması bu konuda adeta bir ders niteliğindedir.
Normalde hiçbir siyasetçi, kendisi açısından olumsuz sonuçlar üretebilecek bir karşılaştırmaya asla girmez. Ama Erdoğan, kendisi aleyhine olacağını bile bile böyle bir karşılaştırma yapıyor. Mesela diyor ki: “Yönettikleri şehirlerde trafik sorunu katlanılmaz boyutlara ulaşmış, depremle ilgili hiçbir şey yapılmamış, hiçbir adım atılmamış, belediyelerde yolsuzluk, hırsızlık, iş bilmezlik almış başını gitmiş.”
Aslında muhalefete yönelik böyle bir yolsuzluk suçlamasını gören herkes, yolsuzluk ve usulsüzlük algısında AK Parti’nin daha ileri bir noktada olduğunu söyleyecektir. Erdoğan da bunu bilecek bir ferasete sahiptir.
Peki neden bile bile böyle bir siyasi hamle yapıyor?
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplumda oluşturmaya çalıştığı algı tam da bu noktada başlıyor. Eğer oluşturulan ‘algı’ bu istikamette ilerlerse, umulan odur ki insanlar sandığa giderken “yolsuzluklar konusunda birbirlerinden farkı yokmuş, Erdoğan hem daha vatansever hem de dindar birisi, biz yine ondan ayrılmayalım” şeklinde bir kanaatin oluşmasıdır.