Türkiye son yıllarda gerek ülke içinde, gerekse dış dünyada hamaset üzerine bina ettiği çaresizlik politikalarıyla gidebileceği son sınıra dayandı, artık bundan ötesi yok. İşte şimdi değerli yalnızlığımızla baş başayız…
Şu anda öylesine yalnız durumdayız ki ABD Başkanı Biden’nın “Her yıl bugün Osmanlı dönemindeki Ermeni soykırımında ölenleri hatırlıyoruz ve böyle bir zulmün bir daha yaşanmaması için taahhüdümüzü yeniliyoruz” şeklindeki ifadeleri karşısında yanımızda durabilecek tek dostumuz yok. Çünkü bugüne kadar geleneksel olarak diplomasi yoluyla uzlaşma zemininde sürdürdüğümüz uluslararası ilişkilerimizi özellikle son beş yılda ‘meydan okuma’ diliyle adeta yerle bir etmiş durumdayız.
Maalesef Türkiye epey bir süredir uluslararası alandaki ikili ilişkiler konusunda diplomasi dilini terk ettiği için, 24 Nisan gibi Türkiye açısından hayati öneme sahip bir konuda bile Amerika nezdinde diplomasi yürütme kabiliyetini kaybetmiş durumda. ABD Başkanı Biden’ın, Ankara’nın tebrik telefonuna bile henüz karşılık vermediği bir ortamda doğal olarak Türkiye’nin 24 Nisan konusunda sonuç alıcı girişimlerde bulunması da beklenemezdi. Öyle anlaşılıyor ki Pentagon’daki veya Department’daki dostları da Türkiye’yi terk etmiş durumdalar. Kısacası artık değerli yalnızlığımızla baş başayız…
Kuşkusuz sadece Amerika cephesinde değil, bugüne kadar Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin sık sık altını çizen Avrupa Birliği de bu kez hukukun dibe vurmasının AB’ye üyelik hedefine ciddi bir duvar oluşturduğunu vurguladı. Avrupa Parlamentosu’nun 2019-2020 Türkiye raporu, ‘en ağır’ rapor olarak tarihe geçti. “Türkiye’de hukukta geriye gidiş var. Hukukun üstünlüğü konusunda endişeler giderilemedi” ifadelerinin yer aldığı metinde “Hızla AB değerlerinden uzaklaşılıyor. Bu durum Brüksel-Ankara ilişkilerini tarihi dip noktaya getirdi” vurgusu yapıldı.
Sadece dış politikada son beş yıllık hafızalarımızı tazelediğimizde karşımıza çıkan manzara ne yazık ki hüzün vericidir. “Mavi vatan” hayalleriyle ve de yüksek perdeden nutuk atmalarla çıktığımız Doğu Akdeniz’de kaybeden taraf olduk ve etrafımızda tek dostumuz kalmadı.
“Türkiye artık eski Türkiye değil, dünya bizden korksun” şeklindeki hamasi sloganlarla başlayıp “büyük oyun”u bozma iddiasıyla milyarlarca dolar ödeyerek aldığımız S-400’ler elimizde kaldı. Üstelik milyarlarca dolar vererek ortak olduğumuz F-35 projesinden de resmen kapı dışarı edildik.
Durum o kadar vahim ki “rabia” ile başlayan Mısır seferinin sonunda geldiğimiz yer ortada, şimdi ricacılar göndererek ilişkileri tamir etmeye çalışıyoruz. İstiklal mücadelesi ve Çanakkale ruhuyla gittiğimiz Suriye bahsi ise kelimenin tam anlamıyla hüzünlü bir hikaye… Sonuç, 4 milyon mülteci ile baş başayız…
Bugün çok haklı olarak Biden’ın “soykırım” ifadesini kullanması karşısında iktidar ve muhalefet partileri başta olmak üzere bütün bir toplum olarak öfkeliyiz ve yüksek sesle tepkilerimizi ortaya koyuyoruz. Ama biliyoruz ki dış politikada sorunlar bir günde ortaya çıkmaz ve doğal olarak anlık reflekslerle çözüm üretmek de mümkün değildir. Bu yüzden de iktidarlar özellikle dış politikada uzun vadeli stratejiler üretmek ve bu politikaları uluslararası arenada diplomasi diliyle ısrarlı bir şekilde yürütmek zorundadırlar.
Unutmamak gerekiyor ki içeride demokrasiden ekonomiye, hukukun üstünlüğünden özgürlüklere kadar her alanda derin problemler yaşayan ve halkının kendisini güvende hissedeceği bir ortam oluşturamayan Türkiye’nin gerek Amerika, gerekse Avrupa nezdinde elinin güçlü olmasının imkanı yoktur.
Eğer 128 milyar doların çarçur edilmesi konusunda toplumu ikna edici açıklamalar yapamıyorsanız, adaletsizliğin, yolsuzluğun ve yozlaşmanın zirve yapması karşısında çaresizseniz, her konuşanı, eleştireni tutuklayarak çözüm üretmeye çalışıyorsanız bilinmeli ki, her gün “Vatan bölünmez, ezan susmaz, bayrak inmez” nutukları atmanız hiçbir şekilde güçlü ve dünyada sözü dinlenen bir Türkiye oluşturamazsanız.
Çünkü hamaset rüzgarlarının estiği bu Türkiye resmiyle dış güçlerle mücadele edemezsiniz, milletin çıkarlarını koruyamazsınız. Sloganlarla meydanları coşturabilirsiniz elbette, ama gerçekler hükmünü icra etmeye devam eder…