Her alanda kalite ve seviye kaybının inanılmaz boyutlarda olduğu, eleştirel düşüncenin esamesinin bile okunmadığı fevkalade talihsiz bir dönemi yaşıyoruz.
Oysa eleştirel aklı kaybetmiş toplumların gerek bilimsel, gerekse fikri planda mesafe almaları ve modern zamanlarda gelişerek hayatiyetlerini muhafaza etmeleri mümkün değildir. Bilge kral Aliya İzzetbegoviç’in “Özgürlüğe Kaçışım, Zindan’dan Notlar” adlı kitabındaki şu ifadeler o kadar anlamlı ki... “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm mekteplere, ‘eleştirel düşünme’ dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu, bu acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.” Demek ki boşuna ‘bilge kral’ olunmuyormuş...
Eminim ki hepimiz Aliya’nın bu sözlerini hayranlıkla okuyoruzdur, ama bu cümlenin gerçekten hayatımızda bir karşılığı var mı, doğrusu ondan çok emin değilim. Zira şu anda sadece siyasi bağlamda değil, aklımıza yatmayan ya da ahlaki ve vicdani olarak izah etmekte güçlük çektiğimiz herhangi bir konuda en küçük bir muhalif tavrı ve eleştirel bakışı dillendirmekten aciziz.
Daha da vahim olanı, birbirimize eleştiri potansiyeli taşıyan sorular sormaktan bile endişe eder halde olmamızdır. Zira içinde yaşadığımız zihniyet çürümesi, eleştirel düşünce sahiplerini her an bir ‘ihanet’ suçlamasıyla karşı karşıya bırakabilir.
Aslında bu konuda zihnimizin daha da berraklaşabilmesi için Aliya İzzetbegoviç’in ‘eleştirel düşünce dersleri’ önerisini daha etraflıca düşünmekte yarar var. Çünkü tarihsel süreç içinde belli dönemler hariç, maalesef İslam toplumlarında eleştirel düşünce yeterince hayat hakkı bulamamıştır.
Biliyoruz ki eleştirel düşünce olmadan ilmi gelişme olmaz, eleştirel düşünce olmadan fikri derinlik sağlanamaz, eleştirel düşünce olmadan özgürlükler gelişemez ve özgürlüklerin olmadığı toplumlarda da demokrasi olmaz, hukuk olmaz.
Unutmayalım ki günümüzdeki ‘şekilci’ ve ‘görsel dindarlık’ anlayışını yeterince sorgulayamadığımız için modern zamanların sorunlarına karşı bilgi ve düşünce üretemedik, her alanda kolaycılığa kaçtık ve geleneğe sığındık. Sonunda içinden çıkamadığımız bütün problemlerin sorumluluğunu ‘İslam düşmanları’na havale edip rahatlama yolunu seçtik. Başımıza gelen her şeyin sorumlu düşmanlardı... Oysa Kur’an açıkça diyor ki: “Başınıza ne geliyorsa hep ellerinizle işlediklerinizin, bizzat yaptıklarınızın sonucudur.”
Maalesef sivil, eleştirel ve sürekli hakikat arayışı içinde olan tarihi bilgi mirasımızı yaşadığımız çağın diline tercüme edemediğimiz için İslam dünyasında bütün alan ‘kutup’çu, ‘mehdi’ci anlayışlara kalmıştır. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Hoca’nın ifadesiyle bütün sorun, “Din konusunda sivil, mütevazi ve gelişmeye açık dilin yerini ‘tartışılmaz dini hakikatler’e terketmiş, gücünü bilgiden alan sivil otoritenin yerini verasetle/sıhriyetle veya manevi işaretle intikal eden ‘kutsal otoriteler’in almış olmasıdır.”
Bu konuda en canlı örnek olarak Türkiye’nin yaşadığı FETÖ ihanetidir. Eğer eleştirel düşünceyi toplumsal ya da kurumsal ölçekte işlevsel hale getirebilmiş olsaydık, eminim kaynağını dinden alarak manevi şeyhlikler bu topraklarda hayat bulamaz ve insanları din adına zombileştiren bir taşra vaizi din tacirliği yaparak ortalarda dolaşamazdı.
Kabul edelim ki, eleştirel düşünceyi geliştiremediğimiz sürece bundan sonra da bizi din adına kandırmaya devam eden başka din pazarlayıcıları kendilerine yeni müşteriler bulmaya devam edeceklerdir.
Bu yazının ana eksenini oluşturan İslam toplumlarındaki eleştirel düşünce zaafını fırsat bilerek bazılarının “Zaten İslam’ın özünde eleştiri yoktur” benzeri yaklaşımlarının doğru olmadığını özellikle belirtmek zorundayım. Evet doğru değildir, bunun için halifeliği döneminde bizzat sahabenin camide ayağa kalkarak o sert mizaçlı Hz. Ömer’den bile hesap sorabildiğini hatırlatmak yeterli olacaktır.