Öylesine zor zamanlarda yaşıyoruz ki kitapların, cümlelerin, müziğin ve hatta dansın asla anlatamadığı “sözün mahşeri”ne dönüşüyor sanki hayatımız…. Bu yüzden de ister istemez hayatın şarkısına vakıf olmadan ölürsek kalbimizi yakarak ölecekmişiz gibi bir ruh savrulması yaşıyoruz.
Oysa biliyoruz ki bizim şarkılarımızdan çiçeklerin fısıltıları, dalların hışırtıları, dünyanın en güzel annelerinin dudaklarından akan ırmakların sesi yükselir, çoğu zaman farkına varamasak da…
Hayatın farkına varmak ve acılarımızın biraz olsun küllenmesini sağlayabilmek için galiba şiirler ve şarkılardan başka bir ilacımız yok elimizde. Sadece bizim değil elbette, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan her renkten insan da acılarını, sevinçlerini ‘söz’ün ve melodinin cennetine emanet ediyor.
Hayata nüfuz edebilmek ne kadar mümkün bilemem, ama benim için her şiirde, her şarkıda yeni bir hayat başlıyor. Yahya Kemal’in ‘Düşünce’ şiirindeki şu dizeleri okurken yaşadığımız anın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha fark ediyorum.
/“Yalnız duyan yaşar” sözü, derler ki doğrudur
“Yalnız duyan çeker” derim, en doğru söz budur.
Gördüm ve anladım yaşamak macerasını,
Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var?/
İşte Cuma gecesi şarkıların bize ve hayatımıza dair ne söylediğini daha yakından duyabilmek için Bakırköy’deki Cangöz Performans Sahnesi’nde değerli sanatçı arkadaşımız Eda Karaytuğ’un o muhteşem müzik ziyafetine katıldım.
Bir kere hemen belirtmeliyim, bugüne kadar daha çok Türk sanat müziği yorumlarıyla tanıdığımız sanatçı, bu kez çok daha farklı ama aynı zamanda dinleyicilerini değişik melodik tatlarla buluşturan bir performans sergiledi.
Dinleyici ile adeta bir muhabbet ortamında geçen gecede, Karaytuğ’un o huzur vadeden sesiyle, Muhlis Sabahettin’in “Hatırla sevgili” şarkısından Onna Turç’un bestelediği ve bugüne kadar Sezen Aksu ile ünlenen “Ünzile”ye, çölün efsane sesi Feyruz’un “Le Beyrut” şarkısından Sadettin Kaynak’ın “Gel yeşil gözlüm, gel şirin sözlüm” şarkısına, büyük usta Aşık Veysel’in o efsane eseri “Uzun ince bir yoldayım..”dan Ajda Pekkan’la dillere destan olan “Kim ne derse desin aşk için” şarkısına kadar çok farklı iklimlerde ve farklı melodilerde dolaştık.
Ancak gecenin en önemli sürprizi Ukrayna asıllı saksafoncu Yuri Ryadchenko’nun doğaçlama bir şekilde salona saksafonuna üfleyerek girip sahnede başka bir rüzgar estirmesiydi. Neredeyse hemen bütün şarkılara saksafonuna küçük dokunuşlar yaparak caz tadında bir müzikal atmosfer oluşturdu. Bu arada Çelloda Murat Sungu’nun, Putanı’da Şevket Asikuzu’nun başarılı performanslarını da bir yere not etmek gerekiyor.
Geceyi benim için anlamlı kılan, Arap müziğinin divası olarak bilinen Feyruz’un “Le Beyrut” şarkısıydı… Malum bu şarkı Dünya Devrim Şarkıları (Red Songs) albümünün en dokunaklı şarkılarından birisidir. Hatırlayalım, oradaki en tanıdık ezgi, Rodrigo’nun gitar konçertosuydu. Feyruz’un enstrümanların bile önüne geçen sesi öylesine dokunaklıydı ki sözlerini anlamadığımız bu şarkı kalbimizi, ruhumuzu adeta ele geçirecek bir güçteydi.
Bu çerçevede bir hakkı teslim etmek gerekiyor ki Arapçaya da yatkın olan Eda Karaytuğ, şarkıyı Arapça olarak okudu ve bizi Feyruz’un o ağıt dolu ezgisinin ruh dünyasına götürmeyi başardı. Kuşkusuz Yuri bir Rodrigo değildi belki ama gitarıyla “Le Beyrut”a eşlik ederek başarılı bir performans sergiledi.
Feyruz’un sesiyle bir nakış gibi işlediği “Le Beyrut” bir ağıt ve acılarla bezenmiş bir aşk şarkısıdır, şarkı şöyle diyordu:
/Selam sana yüreğimin derinliklerinden ey Beyrut!
Kabul edin bu selamımı,
Ey denizler, evler ve eski denizlerin yeni yüzü çöller...
O ki benim halkımın hamurundan yoğrulmuştur, ekmeğim, içkim, yaseminim...
Ateşin ve dumanın tadı nasıl oldu?/
Umarız yıllarca aynı elim kaderi tekrar tekrar yazmaya, yaşamaya devam eden Lübnan aynı ağıtları yeniden yaşamak zorunda kalmaz. Yaşadığımız dünyanın zalimliğine rağmen, yine de müziğin o büyülü ve isyankâr sesiyle umudumuzu tazelemeye devam…