Tarihin seyri göstermiştir ki yeryüzünde kurulan hiçbir devlet kendisini dünyadan soyutlayarak tek başına güven içinde yaşama şansına sahip olamamıştır. Evet çok arızi olmakla birlikte zaman zaman bütün dünyaya meydan okuyarak kapılarını herkese kapatan ülkeler olmuştur, tıpkı günümüzde Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi... Aynı şekilde Humeyni devriminin coşkusuyla İran da benzer bir yol izlemiş ve küresel aktörlere meydan okumuştur. Ancak maruz kaldığı ambargolar ve küresel ekonominin şartları sonunda İran’ı da küresel sistemin unsurlarından birisi olmayı tercih etmek zorunda bırakmıştır.
***
Bu bağlamda Türkiye kadim bir dış politika geleneğine sahiptir. Nitekim Osmanlı kuruluşundan itibaren aktif bir dış politika uygulamış, büyük devlet olma ufkunu yürüttüğü başarılı dış politika ve diplomasi sayesinde zenginleştirmiştir. İlk başlarda Bizans ve Moğol geleneğinden etkilenen Osmanlı zamanla kendine özgü bir diplomasi anlayışı oluşturmuş ve giderek bunu derinleştirmiştir.
Kuşkusuz bütün devletler için olduğu gibi Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’nde de diplomasinin gücü, devletin siyasi, ekonomik ve askeri gücüyle paralel bir etkiye sahip olmuştur. Elbette Türkiye özelinde diplomasinin seyrini, özellikle Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının meydana getirdiği tahribatlardan ve bu çerçevede oluşan eksen kaymalarından bağımsız değerlendiremeyiz.
***
Şu bir gerçek ki yaşanan her iki dünya savaşı da Osmanlı coğrafyasında ekonomik ve insani anlamda derin yaralar açmış, hatta ülkeyi bir beka sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır. Ancak Türkiye bütün olumsuz koşullara rağmen dünya ile irtibatını koparmadan, diplomasinin imkanlarını kullanarak yeni bir devlet inşa etmeyi başarmıştır.
Şimdi de Türkiye yine zor bir süreçten geçiyor. Bir yanda terör en çirkin ve vahşi yüzüyle şehirlerde canımızı yakmaya devam ederken, bir yanda da uluslararası arenada diplomatik kartların çok sert oynandığı yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu şartlarda elbette Türkiye hiçbir güce temenna çekmeden hem uluslararası arenada haklarını hukuki ve diplomasi zemininde savunacak, hem de terörle mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir.
Ancak bütün bunları yaparken kimseye küsmeden, müttefikleriyle bağlarını koparmadan ve de uluslararası meşruiyet zemininde kalarak yapmak durumundadır. Dünyadaki bütün modern demokratik devletler sorunlarını nasıl ve hangi argümanları kullanarak çözüyorlarsa bizim de öyle çözmemiz gerekiyor. Makul olanın dışında seçilen her yol, normal dünyanın dışında tek başımıza kalma hali olur ki herhalde böyle bir yalnızlığı hiç kimse tercih etmeyecektir.
Unutmayalım, iletişim ve bilgi devrimleri ile yeniden yapılanan uluslararası sistemde kamu diplomasisi dış politikanın vazgeçilmez argümanlarından birisi haline gelmiş bulunuyor. Pek çok devlet gibi Türkiye de yabancı kamuoylarını etkilemek, olumlu imaj yaratmak amacıyla etkin bir kamu diplomasisini kullanma becerisine sahip bir ülkedir.
***
Kabul edelim ki uluslararası politikanın ‘sert güç’ten ‘yumuşak güce’ doğru evrildiği günümüzde, yumuşak gücün en önemli argümanlarından birisi kamu diplomasisidir. Dolayısıyla Türkiye de pekala aydınlarını, yazarlarını, sivil toplum unsurlarını, siyasetçilerini dış dünyada kamu diplomasisi için rahatlıkla kullanabilir. Bu yolla uluslararası platformlarda hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları gibi değerlerin altı çizilerek tam bir soft power fotoğrafı ortaya konulabilir.
Eminim ki böyle bir diplomasi adımı hem Türkiye’nin demokratik dünyadaki imajını yeniden parlatacak, hem de terörle mücadelede arkasındaki uluslararası desteği güçlendirecektir.