Demokrasiye yapılan itirazların temelinde; “Demokrasi Batı düşünce sisteminin bir ürünüdür, dolayısıyla İslam düşüncesiyle uzlaşması mümkün değildir” tezi yatıyor. Bu itirazlardan çıkarak diyelim ki ‘demokrasi masalı’nın sonu geldi ve “İslam dünyası, demokrasi masalı ile sömürüye açık hale getirildi.”
İyi güzel de bu demokrasi taşlama işi, İslam toplumlarının şu anda içine düştüğü zilletten kurtulması için çare olabilir mi? Eğer gerçekten böyle olsaydı, Müslüman dünya kendi kaynaklarına dönerek adaleti ve ahlakı esas alan yepyeni bir yönetim modeli oluşturabilir ve bütün dünyaya da örnek olarak sunabilirdi. Maalesef şu ana kadar Müslüman dünyada böyle bir model oluşturulabilmiş değil.
Kuşkusuz bu konuda somut örnekler üzerinden gitmekte yarar var; Türkiye dahil bütün İslam ülkelerinde demokratik dünyanın bir kötülük simgesi ve de demokrasinin matah bir sistem olmadığı yönünde sayısız eleştiri yapılıyor, nutuklar atılıyor. Ama ne hazindir ki, demokrasi reddiyeciliği yapanların hemen hepsi Batı demokrasilerinin ürettiği lüks arabalara ve uçaklara biniyor, onların ürettiği makineleri kullanıyor. Hatta öyle ki ‘yerli’ olarak tanımlanan araçların, makinelerin önemli parçalarını, inovasyonunu bile aynı ülkelerden tedarik ediyorlar. Madem demokrasi bir kötülük simgesidir, o zaman bu kötülüğe bulaşmayalım ve her şeyi kendimiz üretelim.
Kabul edelim ki, gerçek dünya bizim kafamızdaki masallarla pek uyuşmuyor. Ne yazık ki ‘şanlı tarih’ hikayelerine yaslanarak yeni teknolojiler üretemiyoruz, dünya ile yarışacak bilim insanları yetiştiremiyoruz.
***
Çünkü dünya çapında bilim, sanat ve fikir insanları yetiştirebilmek için öncelikle ‘hukukun üstünlüğü’ne dayalı, ifade özgürlüğünün teminat altına alındığı ve de eleştirel düşüncenin hakim olduğu bir yönetim modeline ihtiyaç bulunmaktadır. Bunun adının illa demokrasi olması gerekmiyor, yeter ki biz Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin bize bıraktığı evrensel mesajı yaşadığımız dünyanın diline tercüme ederek hukuku-adaleti, hakkaniyeti ve ahlakı esas alan bir sistem kurabilelim. Unutmayalım, demokrasi dediğimiz sistem insanlığın uzun tecrübeler sonunda bulduğu en ehven sistemdir.
Ama ne hikmetse biz kendi meselelerimize eğilip çözüm üretmek yerine demokrasi goygoyculuğu yapmayı pek seviyoruz. Oysa bizim en temel problemimiz, kamil manada bir dindarlık bilinci oluşturamamış olmamızdır. Biliyoruz ki İslam’da insan haklarının korunması, kul hakkının gözetilmesi en temel vecibelerden birisidir.
Ancak üzülerek ifade etmek gerekiyor ki, bugün İslam dünyası insan hakları ihlalleriyle malul durumdadır, ehliyet ve liyakatin esamesi bile okunmamaktadır, hukuksuzluk dizboyudur. Böyle bir tabloda yeterli dindarlık bilincinin oluştuğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir.
Hal böyleyken her gün oturup sabahtan akşama demokrasi taşlamak marifet değildir. Marifet, Allah’ın tıpkı demokratik dünyadaki insanlar gibi bize de akıl, zeka ve irade verdiğini ama buna rağmen, neden hakka- hukuka riayet eden adil ve özgür bir sistem inşa edemediğimizi sorgulayabilmektir.
Zira Allah insanlara yeryüzünü musahhar kılmıştır, bu konuda Lokman Suresi’nin 20. Ayetini dikkatle okumak gerekiyor: “Allah göklerdeki ve yerdeki her şeyi hizmetinize sunduğunu, sizi görünen ve görünmeyen onca nimetin içinde yüzdürdüğünü görmez misiniz?”
***
Ayette de açıkça ifade edildiği gibi Allah nimetlerini hiçbir ayrım yapmadan bütün insanlara bahşediyor. Aklını, iradesini kullanarak rasyonel bir sistem inşa edebilenler Allah’ın nimetleriyle teknoloji üretiyorlar, modern anlamda mimari şehirler kuruyorlar ve herkesin gıpta ile bakacağı özgür bir refah toplumu oluşturuyorlar.
Çok yürek burkucu bir durum ama Müslüman dünyanın böyle bir derdi yok, onlar eleştirel bakışların fitne ve fesat üretmekle eşdeğer olduğunu düşünerek, özgürlüklerin nasıl sınırlandırılacağı ile meşgul durumdalar. Böyle bir zihniyet yapısıyla ancak buraya kadar..