Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın dini siyasetin emrine amade kılan perişan halini gördükçe Müslümanlar adına endişelenmemek mümkün değil.
Türkiye hiçbir dönemde böylesine kifayetsiz ve dinin temel ilkeleri konusunda duyarsız bir Diyanet İşleri Başkanı görmedi. Erbaş’ın dini ilimlerdeki yetersizliğinden kaynaklanan her açıklamasını ve davranışını gördüğümde, Hz. Peygamberin şu hadisini tekrar tekrar okuma ihtiyacı hissediyorum. Bir gün bir bedevî Hz Peygambere gelir ve ‘emanet nasıl zayi olur yâ Rasûlallah?’ diye sorar. Hz. Peygamber “iş, ehli olmayan kimseye verildiğinde kıyameti bekle” buyurur. (Buhârî, el-Câmi‘u’s-Sahîh, “Kitâbu’l-‘Ilm”, c.I, s.21 (bab.1,hadis no.2)
Öyle bir diyanet işleri başkanına sahibiz ki dinden başka her şeyden anlıyor. Bir gün elinde kılıçla Ayasofya’da hutbeye çıkıyor, bir gün Yargıtay binasının açılışında dua okuyor, bir başka gün ise sosyal medyayı hizaya getirmek için sansür yasası öneriyor. Hızını alamıyor Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemleri konusunda fetvalar üretiyor. Daha da önemlisi, din sanki bir yönetim modeli öneriyormuş gibi, yasaların dine göre düzenlenmesini talep ediyor.
Eğer Diyanet İşleri Başkanı İslami ilimler konusunda bir vukufiyete sahip olsaydı, öncelikle dinin siyasetin bir aracı olarak kullanılmasına itiraz ederdi. Dine dayalı dünya düzeni talebinin hem dinin tabiatına hem de tarihsel tecrübeye aykırı olduğunu belirten Ali Bardakoğlu Hoca, dinin yönetim modeli konusundaki tavrını şu cümlelerle ifade ediyor: “Hukuk ve siyaset, şekil ve yapı olarak vahyin ve dinin değil, aklın ve bireysel tercihlerden oluşan toplumsal iradenin ürünüdür. İslam’la demokrasiyi birbiriyle yarışan iki alternatif tez değil, ayrı zeminlerde gelişen fakat birbirini destekleyen iki ayrı olgu olarak görmek, mutlakıyet ve saltanata din adına değil, özgürlük tutkunu bir birey olarak karşı çıkmak gerekir.” (Yüzleşme, s.129)
Şimdi Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, yaklaşan seçimlerde dini bir sponsor aracı olarak kullanmaya hazırlanan iktidarın seçim stratejine paralel bir adım daha atarak üniversite kampüslerinde Kur’an kursları açacaklarını açıklamış bulunuyor. Ve Erbaş açılacak Kur’an kurslarıyla birlikte üniversitelere şeytanların yaklaşamayacağı garantisini veriyor: “Kur’an kurslarımızın bulunduğu yerlere biz ne diyoruz biz biliyor musunuz? ‘Şeytandan korunmuş bölgeler.’ Çünkü Rabbimiz buyuruyor ki bir yerde eğer Allah zikredilirse oraya şeytan yaklaşamaz. Allah’ın Kuran-ı Kerim’i orada okunursa oraya şeytan yaklaşamaz.”
Ayrıca “Kur'an kurslarında bir tuğlası olana, cennette bir ev verileceğini” söyleyen Diyanet İşleri Başkanı diyor ki: “Bu topraklarda Kur’an okunduğu, yaşandığı sürece inşallah biz bu toprakları şeytanın hilelerinden, fitneden, tefrikadan, kötülükten muhafaza edeceğiz.”
Kuşkusuz Allah’ın kelamı olan Kur’an’ı okumak muhteşem bir eylem, ancak Kur’an’ın mesajını bugünün diliyle insanlara anlatmak yerine, Kur’an üzerinden cennette arsa tahsisi işine girişinseniz o zaman bir emlakçıdan farkınız kalmaz. Bildiğimiz kadarıyla Diyanet bir arsa ofisi, ya da bir partinin Çankaya şubesi değildir.
Maalesef Diyanet İşleri Başkanımız asli görevi olan dinin evrensel mesajını anlatmak yerine, “görsel dindarlık” peşinde olduğu için cennette arsa pazarlamacılığı, siyaset taşeronluğu ve şeytan kovma törenleriyle uğraşır hale gelmiş bulunmaktadır.
Muhtemelen Diyanet İşleri Başkanı, ahlaki çürümeyi her gün biraz daha derinleştiren yolsuzlukları, hukuksuzlukları, liyakatsizlikleri, Allah’ın insana bahşettiği en doğal özgürlüklerin yok edilmesini dinin esası olarak görmüyor olmalı ki bu konuda tek kelime söyleme ihtiyacı bile hissetmiyor.
Ne yazık ki dinin asıllarını sadece Kur’an okumaya indirgeyen bu görsel dindarlık anlayışı yüzünden sadece Türkiye’de değil, bütün Müslüman ülkelerde hayatı dinin temel öğütleri değil, menkıbelere, hurafelere dayalı bir din anlayışı belirlemektedir.
İşte bu zihniyet kirlenmesi yüzündendir ki İslam ülkelerindeki ulamayı ve hocaları, ülkelerindeki insan hakları ihlalleri, yolsuzluklar, kadınların ve çocukların korunması, ehliyet ve liyakati esas alma, adaletten sapmama, çevre duyarlığı gibi kavramlar asla ilgilendirmemektedir.
Eğer bu ifadelerin hakkaniyetli olmadığını düşünüyorsak, Ali Erbaş çıksın desin ki: “Toplumda güçlü bir kanaat haline gelen yolsuzluk algısı ve yaşanan hukuk cinayetleri hepimizi derinden yaralamaktadır.” Evet böyle bir tek cümle bile toplum vicdanında ciddi bir karşılık bulacaktır.