İslam ve demokrasi ilişkisinin son yüzyılın en önemli tartışmalarından birisi olduğu muhakkak. Aslında sadece İslam ülkelerinde değil, Batı dünyasında da zaman zaman din- demokrasi bağlamında benzer tartışmalar yapılmaktadır. Ancak kabul etmek gerekiyor ki, bu ülkelerde İslam-demokrasi tartışması kadar yoğun bir tartışma alanı oluşturmamıştır.
Muhtemelen İslam toplumlarında dindar ve seküler kesimler arasındaki çizgiler kesin hatlar oluşturduğu için tartışmanın şiddeti de yoğun olmaktadır. Mesela bazı aydınlar ve din uleması demokrasinin İslam’la çeliştiğini, bu yüzden de demokrasiye ancak bir geçiş süreci için tahammül edilebileceğini söylemektedirler.
***
İslam toplumlarında demokrasiye karşı en sert tavırlardan birisi radikal (cihatçı) selefilerdir. Hemen belirtmek gerekiyor ki bu selefi tanımlaması, tamamen gelenekçi bir İslami akımı ifade için kullanılmaktadır. Maalesef insanlığın tarihi tecrübe ve birikimini, kültürel zenginlikleri gözardı eden, dini lafız ve şekil üzerinden algılayan bu bakış açısı hayatın ve toplumun dinamik yapısını da dikkate almamaktadır. Mesela ‘Demokrasi Bir Dindir’ adlı kitabında El-Makdisi, demokrasiyi Tağuti bir yönetim tarzı olarak tanımlamaktadır.
İslam dünyasındaki seküler/laik aydınlar da benzer bir şekilde İslam’ın sadece İnanç esaslarını değil, dünyevi bir çok hususu da tanzim eden bir din olması hasebiyle, hayatı insan iradesiyle dizayn eden demokrasi ile asla uyuşmayacağını iddia etmektedirler.
Buna karşılık Batı’da sayıları az olmakla birlikte önemli entelektüel bir grup ve İslam dünyasında sayıları giderek artan Fazlurrahman, Abdulvahhab El Efendi, Malik Bin Nebi, Cabiri ve Gannuşi gibi aydın ve siyaset insanları ise İslam ve demokrasinin birbirinin karşıtı ya da alternatifi olmadığını ifade etmektedirler.
Çünkü İslam’ın demokrasi ile bağdaşabileceğini düşünenler, demokrasiyi rejimden ziyade bir yönetim mekanizması olarak tanımlamaktadırlar. Mesela Gannuşi’ye göre, bugün İslam dünyasında asıl sorun, demokrasinin varlığı değil, yokluğudur.
İslam toplumlarının bugün içine düştükleri açmazdan kurtulabilmelerinin tek yolunun demokrasi olduğunu belirten Abdulvahhab el-Efendi’ye göre demokrasi, asli ve vazgeçilmezdir. Müslüman toplumlar, İslami taleplerin serbestçe tartışıldığı ve yeniden biçimlendirildiği İslam’a, demokratik ortamlarda ulaşabilirler.
Aynı şekilde el-Efendi’ye göre, “Müslüman topluluklar özgürlüğe ve demokrasiye fazlasıyla öncelik vermeliler ve daha yaratıcı formüller bularak modern ulus-devlet adlı deli gömleğinden kurtulma yoluna gitmeliler. Yıllardır var olagelen ve değişmeye devam eden, insanlara somut faydalar veren demokrasiler, halifelik hakkındaki yüzyıllardır süren bir tartışmanın kurbanı yapılıp göz ardı edilemez. Ve İslami kaynaklar (şura, icma vs.) üzerinden, demokrasi için dolambaçlı, anlaşılması güç meşrulaştırmalar yapmaya gerek yoktur. Çünkü apaçık gerçek şu ki, demokratik düzen, kıyaslanamayacak ölçüde despotizme, tek adama dayalı ya da kliklere dayalı düzene tercih edilir. Ve demokrasinin dile getirdiği değerler, İslam ile uyum halindedir. İslam, asırlardır insanoğlunun benimsediği değerlerden farklı bir söylemle gelmedi. Ve insanoğlunun değerlerine, yeni ya da alışılmadık tanımlar getirmedi.”
***
Açıkçası görmemiz gerekiyor ki, modern dönemde dini düşüncenin kendini yenilemek yerine, geleneksel öğretiye sadık kalınarak geçmiş dönemlerin tecrübe ve kültürlerini insanlara alternatif olarak sunarak İslam toplumlarında bir demokrasi inşa etmek mümkün değildir.
İslam dünyasının bugün içine düştüğü zilletten kurtulabilmesi için, özellikle İslam ulemasının zihni planda arkaik düşünceden kurtularak insan hakları, hak ve özgürlükler, demokrasi, ötekinin hakkı ve adaletin vazgeçilmezliği gibi konularda günümüz insanına net ve anlaşılabilir mesajlar vermesi bir vecibedir.